Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bundan yaklaşık altı yıl önce Avrupa Yeşil Mutabakatı'nı açıkladığında, bu girişim ilk etapta Avrupa'nın sera gazı emisyonlarını net sıfıra indirerek iklim-nötr bir kıta olma hedefi olarak algılandı. Yeşil Mutabakat ise bu hedefe yasal bir zemin kazandırıyordu.
Bu algı yanlış değildi; ancak Yeşil Mutabakat, bir iklim hedefi olmanın çok ötesinde, Avrupa Birliği'nin geleceğini şekillendirecek yeni bir büyüme ve rekabet stratejisi niteliği taşıyordu. Türkiye açısından da bu sürecin ayrı bir önemi var. Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliği içinde olması ve ihracatının büyük bölümünü AB'ye yapması nedeniyle, Yeşil Mutabakat'a uyum artık bir tercih değil, zorunluluk haline gelmiş durumda.
Önceki hafta Ankara'da düzenlenen 2. Uluslararası Çevre İletişim Zirvesi'nde konuşan Ticaret Bakanı Ömer Bolat da bu noktaya dikkat çekti. Bolat, "AB ile Gümrük Birliği'miz olduğu ve ticaretimizin ortalama yüzde 40'ını AB ile gerçekleştirdiğimiz için, AB Yeşil Mutabakatı'nı aynı şekilde uygulama kararı almış bulunuyoruz. Hem rekabet gücümüzü koruyabilmek hem de ihracat pazarlarımızı muhafaza edip geliştirmek için bu mutabakata uymak zorundayız. Hükümet olarak da yeşil ekonominin gereklerine inandığımız için bunu yapıyoruz" ifadelerini kullandı.
Sınırda karbon düzenlemesi
Yeşil Mutabakat'ın en kritik başlıklarından biri ise Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM).
SKDM'nin etkileri, çevre politikalarından ziyade ticaret, sanayi politikası ve rekabet gücü alanlarında daha belirgin şekilde hissedilecek. AB, kendi sınırları içindeki sera gazı emisyonlarını azaltmayı hedeflerken, SKDM aracılığıyla bu hedefi AB dışına da taşıyor. Bu düzenleme, AB'ye ithal edilen ürünlerin üretimi sırasında salınan karbon için adil bir fiyat uygulanmasını öngörüyor. Böylece hem AB içindeki firmaların çevre mevzuatına uyumdan kaynaklanan rekabet dezavantajı azaltılıyor hem de AB dışı ülkelerde daha temiz ve düşük karbonlu üretim yöntemlerine geçiş teşvik ediliyor.
SKDM demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik, hidrojen ve çimento sektörlerini kapsıyor. Türkiye, bu sektörlerde AB'ye yaklaşık 23 milyar dolarlık ihracat gerçekleştiriyor. Bakan Bolat'ın da işaret ettiği gibi, ortaya çıkacak idari ve finansal maliyetler, Türkiye'nin dış ticaretteki rekabetçiliğini ve Gümrük Birliği işleyişini doğrudan etkileyebilir.
Başka bir ifadeyle, çevresel performans artık yalnızca bir sürdürülebilirlik meselesi değil, rekabet gücünün temel belirleyicilerinden biri haline geliyor.
Ankara'da teknik mevzuata uyum konusunda yoğun bir çalışma yürütülüyor. Bu süreçte ürün bazlı düzenlemeler devreye girerken, AB pazarına girişte "dijital ürün pasaportu" gibi yeni uygulamalar da hayatımıza giriyor. Çalışmalar, AB ile koordinasyon içinde sürdürülüyor. Türkiye ile AB arasında bir SKDM Çalışma Grubu kurulmuş olması ve özel sektör kuruluşlarının da bu sürece dahil edilmesi, olumlu bir gelişme.

20