Jose Mourinho'nun Fenerbahçe'den ayrılışının ardından aklıma Atletico'nun hikayesi geldi. Türkiye'de futbol ekonomisinin yeniden tartışıldığı bugünlerde, Atletico Madrid'in başarı hikayesine bakmakta fayda var.
1903'te kurulan Atletico Madrid, tarihi boyunca sportif açıdan hep Real Madrid ve Barcelona'nın gölgesinde kalmıştı. Hatta 1999-2000 sezonunda küme düştü. Mali açıdan da sıkıntılı dönemler yaşadı; 2010'da kulübün kapısından vergi memurları eksik olmuyordu. Oysa bugün Atletico, yapılan değerlemelerde yaklaşık 3 milyar euro değer biçilen ve uluslararası yatırımcıların sürekli radarında olan bir kulüp.
Atletico, 2011'de parlak bir gelecek için harekete geçti. Bu tarihten sonra kulübün kaderi değişti. Hikâyeyi yıllar önce bir KPMG çalışmasında okuduğumda "işte tam ibretlik bir öykü" demiştim. Özellikle futbolun en çok izlendiği ama aynı zamanda en sorunlu olduğu Türkiye için birçok ders barındırıyordu.
Atletico'nun başarısında kuşkusuz "Diego Simeone etkisi" vardır. Ancak vitrindeki bu etkinin arkasında güçlü bir yönetsel başarı yatıyor.
Atletico yönetimi, doğru bir teknik adamla başladı ve uzun soluklu bir ilişki kurdu. Simeone geldikten sonra kulüp kimlik kazandı: sert savunma, yüksek mücadele, takım disiplini ile takım oyunu oynattı. Transferde de akıllı bir anlayış benimsendi. Atletico, yıldız satın almak yerine yıldız yaratmayı tercih etti. Giden yıldızların ardından bile sistem ayakta kaldı. Avrupa'nın en iyi savunma takımlarından biri haline geldi. Rakiplerini yoran, sabırlı ve kontra atak odaklı oyun anlayışıyla büyük başarılar kazandı.
Mali disiplinden asla taviz vermediler. Barcelona ve Real gibi borçla dev transferler yapmadılar. Uygun fiyatlı, potansiyelli oyuncuları alıp yüksek bedelle sattılar. Maaş bütçesini kontrol altında tuttular. 2017'de açılan yeni ve modern stat, kulübe daha fazla gelir sağladı. Güçlü sponsorluk anlaşmaları imzalandı.
Kulüp aynı zamanda globalleşti. Hindistan Süper Ligi'nden bir kulüple stratejik ortaklık kuruldu. Çin pazarına girildi; bir Çinli gayrimenkul devine hisse satılarak hem sıcak finansman sağlandı hem de dev Çin pazarı kapıları açıldı.
Taraftarla daha güçlü bir bağ kuruldu. Taraftar bu kimliği sahiplendi, kulüp "işçi sınıfı takımı" imajını pekiştirdi.