Ne lazım
-Güven...
Nasıl kazanılır
-Gerçek ile...
Herkes kendi doğrusunu dayatırsa...
Üstelik, aynı şeyi "ben yapınca alkış, sen yapınca yanlış" durumları ortadan kalkmazsa...
Hakkı savunma değil "haklı çıkma" yarışı sürgit devam ederse...
Aydınlatma, ikna etme, güzel örnek olma, iyiliğe özendirme, sevdirme, beğendirme, doğruyu tanıtma vazifeleri bir şeyler uğruna feda edilirse...
Kınayan kınanacak hale düşer...
Ayıplayan ayıplarıyla baş başa kalır.
Dışlayan yalnızlaşır.
Nefret eden-ettiren sevilemez duruma gelir.
Güncel şikayetlere bakalım.
Kalitesizlik... Değersizlik... Anlamsızlık...
Ekranlara, sayfalara yansıyan perişanlıklar, "bu kadar da olmaz" dedirten olaylar, her yanımızı saran "nereye bu gidiş" türünden yakınmalar ve artık hepimizi neredeyse şaşıramaz hale getiren tuhaflıklar...
Nasıl kurtulacağız
Mesele karar vermek ve bir yerlerden başlamak...
"Hadi bir daha deneyeyim belki bu sefer sonuç iyi olur" beklentisiyle yanlışları tekrar etmek çare değil.
Özsaygımızı kendi elimizle yok ederek varabileceğimiz yer yok.
Diyelim ki herkesi kandırdık, kendimizi kandırabiliyor muyuz
Vicdanımızla baş başa kaldığımızda içimizin derinliklerini kaplayan azabı dindirebiliyor muyuz
Gerçeklerimizi pirinç taneleri gibi masanın üzerine serip hayatımızı cehenneme çeviren taşları ayıklamaya başlamadıkça "niye sürekli dişimiz kırılıyor" diye yakınmaya devam etmeyecek miyiz
Alışkanlık haline gelen hatalarımız her seferinde kısa süreli pişmanlık duvarlarını aşıp tekrarlandıkça karakterimiz haline geliyor ve sonuçta artık sergilediğimiz hatalardan etkilenmeyecek duruma düşüyoruz belki de bunu yaşam sebebi olarak görmeye başlıyoruz.