Doğaçlama yaşayan Foucault çölde

Okumamış olanlar için tekrarlayım ben bu köşede sıkça çöle olan sevgimi, çöl tutkumu dile getiriyorum. Uzun yıllardır düzenli fotoğraf bakmak, onlardan öğrenmeye çalışma düzenimin önemli parçasını çöl fotoğrafları oluşturur. Çöl temalı her yazıyı okumaya çalıştım. Çölde geçen bütün filmleri bir şekilde seyretmek isterim. Bu pratiğimin bir parçası olarak eğer yapabilirsem bir gün çöl ortamına gidip orada birkaç gün geçirmek de istiyorum. İnsan hayal kurmadan yaşayamaz ya ben de çöle gideceğim o günün hayaliyle o günün planını yapmakla mutlu oluyorum. Aslında çölde zaman geçirmek için stratejik hazırlığım çoktan tamam ama orada bulunduğum saatlerde hangi müziği dinleyeceğim sorunu uzun süredir çözemediğim bir şeydi. Çöl gibi diğer tutkulu olduğum caz dünyası içinde seçimimi yapmaya uğraşıyordum. Bir süre John Coltrane Plays The Blues albümünü çöle yanımda götürmeye kesin karar vermiştim. Çölün bana vereceği sonsuzluk duygusunun Blues'la uyumlu olacağına emindim. Bunu hala daha düşünüyorum ama sonra "Acaba Miles Davis'in Tutu albümü çöl ortamına daha mı iyi uyar" dönemime girdim. İki albüm arasında tercihe zorlanıyordum. Eğer bir tanesini seçersem diğerine haksızlık yapacakmışım duygusu da vardı içimde. Beni bu ikilemden kurtaran çöl temalı film bakma seanslarımın bir tanesinde Wim Wenders'in 'Paris Texas' filmini tekrardan izlerken Ry Cooder'ın slide gitarı ile çaldığı muhteşem parçasını yeniden dinledim. Bunu muhakkak çöle bakarken duymam gerekiyordu. Böylece bir ara çözümü kendimce bulmuştum ama diğer insanların çöl deneyimlerinden belki bir şeyler öğrenebilir miyim arayışım sürüyordu. Bu bağlamda uzun yıllardır hayat tarzıyla, düşünce sistemi ile iyi takip etmeye uğraştığım Michel Foucault'un çöl gezisini detaylı inceledim. Fransız düşünürü Kaliforniya'daki Death Valley'e götüren insanlar filozofun çölde dinlemesi için bir müzik düzenlemesi de yapmışlar. O dinleme listesinde nelerin yer aldığını tabii ki biraz sona anlatacağım ama Foucault'un çöl gezisinin arka planı hakkında biraz bilgi aktarmam gerekiyor. Sevgili okurlar yıl 1975 Beat Kuşağı'nın nerdeyse kutsal kabul ettiği 'Easy Rider' filmi 1969'da gösterime girmiş. Gerçi 'On the Road' (Yolda) adlı kült çalışmanın yazarı Jack Kerouac filmin gösterime girdiği yıl ölmüştü ama onun çalışmasındaki fikirleri Beat Kuşağı ve hippiler tarafından toplumun her katmanına yayılıyordu. Ben bu konuları bu köşede 14.07.21 tarihli '52 sene önce bugün yoldaydık' ve 02.08.2021 tarihli 'Beat Kuşağı modern cazın hayattaki ulumasıydı' yazılarımda detaylı irdeledim. San Fransisco'da düzenlenen şiir okuma performansında doğaçlama caz temposunda okuduğu 'Uluma' şiiriyle Allan Ginsburg, 'Yolda' kitabıyla Jack Kerouac, ve 'Çıplak Şölen' çalışmasıyla William Burroughs Beat Kuşağı'nın ideoloji babalarıydılar. Burroughs bu arada kendi beyin kimyasıyla denemeler yapmak için birçok madde kullanıyordu ve bunlar da dönemin Beat Kuşağı içinde çok popülerdi. Bu arka planı bilmeden 1975'te Amerika'nın hemen hemen tüm üniversitelerinin sosyal bilimler bölümlerinde Fransız teorik akım sevdasını başlatmış ünlü bir düşünürün neden çölde vakit geçirmeye ikna olduğunu anlayamazsınız. O çöl gezisini düzenleyenler Kaliforniya'da bir üniversitede hoca olan Simeon Wade ve hayat arkadaşı Michael Stoneman'dı. Özellikle Simeon Wade, LSD'nin insan beyni üzerine etkileri hakkında çalışmalar yapıyordu. O dönemde Amerika'da bu konu tartışılıyordu ve resmi kurumların bazıları da bu işe girişmişti. Wade, Foucault'a hayrandı. Onu bir deha olarak görüyor ve onun gibi beyin kapasitesi büyük olan bir düşünürün beyninin çöl ortamında LSD etkisiyle ne tepkiler vereceğini merak ediyordu. Anlayacağınız Michel Foucault asında o gün çöle bir deneyin konusu olarak gitmişti. Bu arka plandan sonra şimdi gelelim beni asıl ilgilendiren konuya. Geziyi düzenleyenler yanlarında müzik sistemi de götürmüşler ve Foucault'a