Tohum, toprağın altına gömülür. Karanlık, sessizlik ve yalnızlık… Hiç kimse onu görmez, duymaz ve alkışlamaz. Ama o boş durmaz; kök salar, güç toplar, göğe doğru uzanmanın planını yapar, çalışır. Onu toprağın üstünde görmek… Aslında toprağın üstünde gördüğümüz aylarca süren görünmeyen bir emeğin meyvesidir.
Biz ise sabretmeyi çoğu zaman "hiçbir şey yapmadan oturmak" zannediyoruz. Oysa sabır, pasif bir bekleyiş değil; aktif bir çabadır. Sabır, zor şartların düzelmesi için elinden geleni yapıp, sonucu Allah'a teslim etmektir. Ektiğin tohumun sulanması, toprağın havalandırılması, zararlı otların temizlenmesi, bitkinin yeteri kadar güneşlendiğinden emin olmaktır… İşte bütün bunlar sabrın işleyen tarafıdır ama modern çağ bize aceleciliği "başarı" diye satıyor. Yemek birkaç dakika geç gelse sinirleniyoruz, mesajımıza hemen cevap verilmezse kırılıyoruz, başladığımız bir işte ertesi gün sonuç bekliyoruz. Sabırsızlığımızı "zaman yönetimi" diye adlandırıyoruz; oysa bu, hayatın doğal ritmine karşı açılmış gizli bir savaş...
Sabır, bir ekonomi gibidir. Ne kadar yatırım yaparsan, o kadar bereketli kazanç elde edersin. Fakat yatırımın karşılığı hemen gelmez; süreç bazen aylar, bazen yıllar ister. Ve tıpkı gerçek ekonomide olduğu gibi kısa vadeli hırslar uzun vadeli iflasa sebep olabilir. Bugün gençler birkaç sayfa kitapta sıkılıyor, çocuklar bir oyuncağı birkaç gün içinde unutuyor, yetişkinler hayat projelerini bile "bir haftada sonuç" mantığıyla planlıyor. Doğrusu modern hayat bize doğrunun, olması gerekenin bu olduğuna dair güçlü bir propaganda ile geliyor her seferinde. Popüler kültür ya da medya adına ne derseniz deyin… sürekli daha fazla harcamayı, en yüksek verimi en az zamanda alabilmemizi pazarlayıp duruyor. Böyle bir hızın içinde duygular, düşünceler, hedefler hızla unutuluyor. İnsanoğlu oradan oraya savruluyor.
Oysa tarihteki en büyük işler sabırla yoğruldu. Peygamberler, yıllarca inançlarını anlatmak için çalıştı; mucizeler bile zamanın eşiğinde gerçekleşti. Bir annenin karnındaki bebek dokuz ay bekliyor. Bir ağacın meyve vermesi yıllar alıyor. Ve hiçbir doğa yasası "hemen" kelimesiyle işlemiyor…
Kur'an'da "Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal, 46) buyrulur. Buradaki sabır, miskinlik değil; hedefe doğru istikrarlı yürüyüştür. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de "Mü'minin işi ne hoştur! Ona bir nimet gelse şükreder, bu onun için hayır olur; başına bir sıkıntı gelse sabreder, bu da onun için hayır olur." (Müslim, Zühd, 64) buyurarak sabrın her durumda bir duruş olduğunu anlatıyor.
Bizse her zorluğu aşmak için yeni bir bilgiye ihtiyaç duyuyoruz. Doğru ya! Bilgi güçtü… Ne hikmetse bilgiye hâkim oldukça daha kaotikleşti hayatlarımız. Belki bilgiyi işleme gücünden, hikmetten yoksunduk. Belki de bize lazım olan şey daha çok bilgi değil; daha çok sabretmeyi öğrenmekti. Çünkü sabır, sadece beklemek değil; beklerken üretmek, denemek, öğrenmek, mücadele etmektir. Bir tohumun toprağın altındaki sessiz çalışmasını anlamadan, gökyüzüne uzanmanın sevincini yaşayamayız.