Evdeki çatlak, dünyadaki yangın

Doğayla hemhal olmanın düşünceyi berraklaştırdığı tezi ağır basıyor artık zihin dünyamda. Şehir hayatının grisinden, dijital dünyanın hız ve karmaşasından uzaklaştıkça insanlığımızı daha da hatırlıyoruz. Bu hatırlama hali bir yandan da neyi kaybettiğimizi fark ettiriyor… Kaybettiklerimizin başında ise komşuluk geliyor. Çünkü insan, doğayla olduğu kadar insanla da yakınlığa muhtaç.

Şehrin göğüne doğru yükselen her yeni kat, aramızdaki görünmez merdivenleri eksiltiyor gibi gelse de yaşadığımız apartmanın hatta yaşadığımız semtteki apartmanların kat sayısı arttıkça aramızdaki mesafeler de artıyor. Bahçeli evlerde yaşarken belki kapı komşumuzla olan mesafeler daha çoktu fakat daha yakındık. Evlerimiz arasındaki mesafe birbirimize karşı bir nezaket alanı açmaktaydı. Her ailenin kendi sınırları vardı. Apartmanların yakınlığı ise çoğu kez mahremiyeti aşındırıyor. Kapılarımız yan yana, duvarlarımız sırt sırta… Ama kalplerimiz, asansör boşluğunda yankılanan bir "günaydın" kadar bile buluşamıyor. Yakınlaştıkça yabancılaştık.

Ev, insanın sığınağı olması gerekir. Betonun sertliği, sesin duvarlardan sekip çoğalması, yetersiz havalandırma ve güneşle azalan temas… Şehir hayatında insanın üzerine binen günlük yükünü ikiye katlıyor. Gün boyu geçim koşturmacasında yorulan ruh, eve döndüğünde de dinlenemeyince gerginlik mutfağa, salona, çocuk odasına sızıyor. Bir tartışmanın sesi, yan dairedeki uykuyu bölüyor... Bir telefon alarmı, başkasının sabahına zorla giriyor. Böylece herkes tetikte... Herkes gergin… Tetikte olan insan, komşuluk ilişkisini incelikle sürdüremiyor.

En çok da çocuklar daralıyor. "Sessiz ol!" cümlesi, binanın yönetmeliği kadar katı bir kurala dönüşünce, oyunlar yerini ekranlara bırakıyor. "Top sektirme" suç… "Tablet tıklatma" mecburiyete dönüşüyor… Derken sessiz evlerde gürültülü bir dijital çağ başlıyor. Bu da komşuluğun başka bir kaybı… Avluda paylaşılan çocukluk, apartmanda bireysel piksellere bırakıyor yerini…

Komşuluk, hukukla başlar ve merhametle beslenir. Kapı gözetmemek, rahatsız etmemek, ihtiyaç varken görmezden gelmemek… Bu coğrafyanın hafızasında güçlü bir öğreti vardı: "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." Bu cümle yalnızca bir uyarı değil. Bir şehir planı, bir apartman yönetmeliği, bir gündelik hayat anayasasıdır... Fakat komşuluk yalnız kat planı değildir. Harita da bir komşuluk planıdır. Ülkeler de kapı komşusudur. Dünyanın büyük küresel köyünde, bir evdeki yangın dumanı bütün mahalleyi boğar. Gazze'de bir çocuğun uykusu bölündüğünde, bizim sabahlarımızın da rengi solar. "Komşunun evine düşen ateş"i seyretmek, ateşin yolunu bize doğru kısaltmaktır.

Sınırlar çizgidir, vicdanınsa sınırı yoktur. Onarıcı bir komşuluk siyaseti, "zarar vermemek"le başlar. Tıpkı aynı koridorda yaşar gibi: Gürültü yapmamak, çöpleri doğru yere atmak, ortak masrafları şeffaf paylaşmak… Devletlerin katında da bu böyledir: Sözün tonu, yaptırımın hedefi, ambargonun bedeli…