Mevzu basit, akılsızlaştıracağız!

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, "Mevzu basit, kazanacağız" diyerek güdülediği partililerine hitaben diyor ki; "Ama bana şu soruyu sormayın, 'nasıl kazanacağız' 'Nasıl'ı çöpe at. Kazanacağız. 'Nasıl'ı yok. Kazanacağız. Çünkü başka yolu yok () O yüzden soru yok. Nasıl kazanacağız, niye kazanacağız, neden kazanacağız Onların hepsini çöpe" Bu sözler üzerine başlayan tartışmada, iktidarca "çöpe atılması" salık verildiği için olmalı, en çok "nasıl"a odaklanıldı; bu sözlerde "Zafere giden yolda hile, yalan, dolan iftira, alavere dalavere, desise, kirli tezgah, iftira, kumpas vesair mübah" iması mı vardı "Hiçbir şey olmasa bile bir şeylere" mi başvurulacaktı; "Olağanüstü haller bunlar" mı olacaktı kılıfı Halbuki mevzu, -en azından bana göre- bunlar da dahil olmakla birlikte çok daha fazlasıydı. Mevzu, iktidarın kitlesel akılsızlık ihtiyacıydı. 2003'te iktidar olmuş AK Parti'nin, ekonomi yönetimini, en son 90'larda hükümet ortağı olmuş CHP'den devraldığını söylemesi de bunun yansımasıydı AK Parti'den önce fırın, buzdolabı, çamaşır makinesi olmadığının savunulması da "18 yıl önce araba var mıydı araba" da Zaten CHP'nin adayıbaşkanı olan Mansur Yavaş'ın, sanki gizli bir iş çevirirken suç üstü yakalanmış gibi "CHP projesi" olmakla suçlanması da Muhalif belediyelerin nepotizmle mücadeleyi yasal zemine taşıma gayretinin, "Başkanlarına laf geçirememeye" bağlanması arsızlığı da "Pudra şekeri" de mesela Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı atamaları, TÜİK oranları da KPSS'de üstün başarı kazanmış gençlerin tabi tutulduğu sözde mülakatlar da, "Envanterimizde yangın söndürme uçağı yok" diyen Bakan'ın, iki gün sonra Yunanistan'a yangın söndürme uçağı göndermekten dem vurması da! "Ekonomi gözlerdeki ışıktır" da, "Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz" da, "Zamlar gelir geçer" de, "Soğan ekmeğin faydaları" da, "Kurun artması iyi bir şey" de En abes iş ve lafların bile sorgusuz sualsiz kabulü lazım iktidara; zira, sorgulandığı anda hiçbir akıl, mantık ve vicdanda karşılık bulamayacağı ortada. Bu iklime hizmet için midir yoksa tesadüf mü; "Bilimi kutsamanın zararları" anlatılıyordu dün bir yandaşın köşe yazısında. Zira bilim, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Cem Say'ın cümlesiyle "Bize neye inanacağımıza karar vermekte kullanabileceğimiz bir yöntem sunar." Oysa iktidar, insan aklına hakaret niteliğindeki onca lakırtıyı yutturabilmek için her şeyden çok, bu yöntemden yoksun bırakılmış, yine Say'ın ifadesiyle, "yalanın kokusunu almayı bilmeyen", "birileri tarafından hacklenmeye açık" kalabalıklara muhtaç durumda. "Demokrasi" bu insanların da oylarıyla işliyor sonuçta! Bütün soruları çöpe atmayı öğütleyen iktidar ile belki de ilk öğüdü sormaksorgulamak olan bilim arasındaki, gözleri olanlar için görünmez olmayan mücadeleyi, Cem Say'dan yaptığım alıntıyla izaha çalışmamın bir sebebi var. Say'ın, "En Hakiki Mürşit" kitabında yer verdiği bir ibretlik "bilime ihanet" hikayesine bağlamak istiyorum "başımıza gelenler"i zira. "Yamyamlık" desem, sair ekseriyetle, yanmasına ramak kalmış bir odun yığınına bağladıkları kurbanlarının