Ceza yağmurunda kuru kalmak

Bazı meslekler zaman ve mekandan muaf. Terminolojilerinde "mesai" yok; "Bugünlük bu kadar" yok. "Paydos" yok. Hatta "mola" yok. Misal biz Ülkeyi, dünyayı, evreni, günü, dünü, yarını, insanı, hayvanı, ağacı, çiçeği, çayırı, çimeni; velhasıl, hayata dair her şeyi takip; o takip neticesinde ulaştığımız bilgileri en anlaşılır halde tasnif; o tasnife dayanarak tespit ve tahminde bulunması beklenen; omuzlarına her daim haberdar etmek, bilgilendirmek, var olan bilgiyi tazelemek, unutturmamak, uyutturmamak gibi tonla sorumluluk yüklenen yazar-çizer tayfası Neyenasıl mola verebiliriz Görmeye mi Duymaya mı Hadi, okumaya, yazmaya, konuşmaya verdik diyelim; düşünmeye mi Akıl, fikir gemlenir mi Önceki gece (de), eş-dost ortamında, -yine- fasulyenin neden pişmediğini konuşmak imkanı da varken masaydı, adaydı, seçimdi, ittifaktı diyerek yudumladık akşam çaylarımızı. Kronik bir akıbet olarak önce 80 oradan 60 öncesine uzanan bir tartışmaya girmek icap etti. Misafirimiz, "Ülkücülük kirli bir kavram" demesin mi! Benim gözler fal taşı tabii. Peşinden ekledi; -Devrimcilik de kirli. "Ülkücü, devrimci, genişletelim yelpazeyi muhafazakar, İslamcı, ulusalcı, solcu, sağcı, milliyetçi, sosyalist, ocu, bucu, şucu, o, bu, şu olduğunu iddia eden kimileri kirli niyetlere sahip olabilir, kirli işlere karışmış olabilir, kirlenmiş olabilir kavramların suçu ne" Dedim. Birileri zaaflarına yenilmiş diye, birileri maşalaşmış diye, birileri suça bulaşmış diye, birileri suçlu, ayıplı, günahlı diye biz niye kavramları feda edelim Dilimde tüy bitse de, bu köşede mücadelesinden hiç vazgeçmeyeceklerim arasında, "kavramlarındeğerlerin içinin boşaltılması, anlambağlamından koparılması" ve "ilke temelli tavır inşası" hep olacak galiba. İlkelerin, söyleyen ve söylenene göre itibar kazandığı yahut itibarsızlaştığı, suçun işleyene göre suç, kabahat yahut marifet kalıbını aldığı bir iklimi hep reddedeceğim. Keza, tam da bu kararlılıkla paylaşıyorum bugünkü itirazımı da. - Ali Sunal'ın deprem sonrasında mertçe ortaya koyduğu vicdani ayaklanmadan sonra zaten "doğal hedef(!)" haline gelen Show TV'ye bir dizideki "kadına şiddet" sahnesinden dolayı, - Fox TV'ye, Deniz Zeyrek, Nevşin Mengü, Çiğdem Toker ve Doğan Şentürk'ün Orta Sayfa programında, Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi'nin ıslah çalış(ama)malarını eleştirmelerinden dolayı, - Tele 1'e, Merdan Yanardağ ve Emre Kongar'ın 18 dakika programında, AK Parti'yi hedef alan "faşizan" eleştirisinden dolayı, Ceza yağdıran RTÜK; Halk TV'ye de; Şule Aydın, Murat Ağırel ve Timur Soykan'ın Kayda Geçsin programında, "Turhan Çömez'in İskenderun'da jeneratör çalışmadığı için solunum cihazına bağlı insanların öldüğü" iddiasına yer verdiği Ve; Cezaevinde bulunan HDP'li Selahattin Demirtaş'ın son kitabını tanıttığı için ceza verdi. Kimseye, çarpıtma, takla attırma alanı açmamak için peşin peşin ve çok net ifade edeyim; Fikrini de, zikrini de reddettiğim Selahattin Demirtaş'ın öznesi olduğu bir "Nasıl olur" derdi yahut kederi içerisinde değilim; Bir hukuk devleti nasıl bu keyfiyete tabi kılınır; derdi ve kederi içindeyim. Naçizane, yayınlanmış 6 adet kitabı bulunan, dolayısıyla da kitap yayındağıtım sürecine az buçuk vakıf olan bir yazar olarak soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde, bir kitabın yayınlanabilmesi için öncelikle