Bir kadın gittiğinde

Yirmi yılı aşkın süredir üzerimizden atamadığımız bir karabasan halini alan iktidar değişecekse, ki kalp ritmimizin normalleşmesi, kitlesel anksiyete nöbetlerimizin son bulabilmesi, hepsi bir yana, rahat nefes alabilmemiz, bölünmeyen derin uykulara dalabilmemiz için değişmesi gerekli. Mecburi. Zaruri. Yoksa, rahat, huzur yüzü bulamayacağımız aşikar çünkü bu fani dünyada Bu değişim, sanmayın ki, dün bile, hâlâ, bazı televizyon kanallarında bir övünç gerekçesi olarak sunulan o kuru inat, kör ısrar, kendi erken zaferini ilan etti diye! Bu iktidar değişecekse; Daha yolun en başında, "Dönemimizde faili meçhul yok" diyen bir iktidarın ilk günlerinde katledilen, soruşturması savsaklanan, delilleri karartılan, dosyası konjonktür hazretlerinin keyfi uyarınca bir açılıp bir kapanan, davası ancak 20 yıl sonra açılan, daha ilk duruşmada iddianamesi çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Necip Hablemitoğlu'nun, yirmi yıla yakın zamandır aklıyla alay edilen, yasının üzerinde tepinilen, acısı "kaşınmaktan" bir kara dehlize dönüşen eşi Şengül Hablemitoğlu ve kızlarının Yolun sonuna geldiklerinde ve uğradığı suikast; koruyamadıkları nizam, sağlayamadıkları güvenlik, tesis edemedikleri adalet, geliştiremedikleri tepki, koyamadıkları tavır, işletemedikleri hukuk velhasıl yıktıkları "ocak" ve duymadıkları feryatla aslında yolun sonuna geldiklerinin işaret fişeği de olan Sinan Ateş'in, tıpkı Şengül Hoca gibi aklıyla alay edilen, yasının üzerinde tepinilen, acısı "kaşınmaktan" bir kara dehlize dönüşen eşi Ayşe Ateş ve kızlarının Cezaevine, 59 yaşında, gür saçlı, gür bıyıklı, gürbüz, sağlıklı bir adam olarak girip de oradan majör depresyon, zatürre, böbrek yetmezliği derken kansere yakalanmış halde ölüme tahliye edilen, cezavi-hastane hattında akciğer kanseri kemik ve beyne metastaz yapan, bilinci kapalı, konuşamayan, yürüyemeyen, tuvalete gidemeyen, ağızdan yiyip içemeyen bir haldeyken bile "delilleri karartabilir" diye tahliyesi geciktirildikçe geciktirilen ve nihayetinde beraat edeceği o ayıplı iddianame bile yazılmadan son nefesini veren Kuddusi Okkır'ın eşi Sabriye Okkır'ın Çorlu'da, 25 insanın feci şekilde can verdiği yüzlerce insanın da yaralandığı tren kazasında oğlu Oğuz Arda Sel'in de öldüğü haberini aldığı andan itibaren, sorumluların ortaya çıkarılması ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları için amansız bir hukukvicdan savaşı başlatan, kurgulanmış raporları açmaya çalışıp da "ihmal"i kanıtlamaya, "asıl sorumluları" sanık yapmaya çalışırken kendisi sanık sandalyesine oturtulan, "ana yüreği"ne verilmeksizin, çığlıkları "hakaret" sayılıp da mahkum edilen Mısra Öz'ün Aynı olayda can veren daha 0 yaşındaki Beren'in, 7 yaşındaki Mavi Nur'un, 13 yaşındaki Gülce'nin, 14'ündeki Bihter'in, 16 yaşındaki Sena'nın "Çözüm süreci" hatta utanmaksızın "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" diye başlatılan PKK açılımının terör örgütünü palazlandırdığı, cüretkarlaştırdığı iklimde, İzmir'in göbeğinde, kimi bölümleri "Kürdistan toprağı(!)" ilan edilen bir üniversitede, boy boy asılan resimlerinin üzerine "Bu faşist okula giremez" yazılıp da hedef gösterilerek, bunlara karşılık "can güvenliği"ne dair hem şifa hem de yazılı talepleri görmezden gelindiği, bir de üzerine okula giriş çıkışları bazı "özel" görevlilerce PKK'lı gruplara jurnallendiği için, terör örgütünün "bu konuda daha önceden eğitim almış" profesyonel elemanlarınca göz göre göre katledilen ve ölümünde ihmali bulunanlara hâlâ gerekli cezai sorumluluğun yüklenmediği Fırat Yılmaz Çakıroğlu'nun annesi Özlem Erdem'in, cenazesinde mermer bir abide gibi duran sevdiğinin Kimi mahkemelerde süründürülen, kimi dolandırılan, kimine icra yollanan, kimi hakarete, saldırıya uğrayan, kimine dilenecek başsağlığı bile kongre şovuna malzeme edilen, dahası, evlatlarını, sıfırlanmış bir terör ortamında şapkadan çıkarılan "PKKcoşturan" çılgın projelere kurban veren bütün şehit annelerinin, Pakize Anne'nin, Zübeyde Anne'nin, Havva Anne'nin, Saniye Anne'nin, Menşure Anne'nin, Gülbahar Anne'nin, onlar gibi binlercesinin Aylardır kira veremediği evinde, çocuklarını