Gördüğün, sana gösterilendir

İnsan, hayatı insanla yaşıyor.

Çevremizdeki insan sayısı arttıkça ve değiştikçe hayatın farklı yüzleriyle karşılaşırız.

Her bir insan bize, yeni yaklaşımları ve düşünceleriyle yenilenmemizi öğretir.

Öğrenmemeye direnmek, kalıplarımızı tartışmaya açmamak, yanlışımızı görmeyi önler.

Bu her söylenen doğru demek de değildir. Söylenenlere, doğru bulmadıklarına tavır geliştirmek de değildir. Buraları sen böyle anlıyorsun, ben böyle anlıyorum demektir. Hangi noktalarda aynı düşünmediğini bilmek, hangi noktalarda hemfikir olduğunu bilmekle gelişir.

İnsan bir topluluk içinde gelişir, sosyalleşir, olgunlaşır ve adam olur.

Topluluk, bir insandan üstündür. Ortak akıldır. Çoklu esma tecellisidir.

Topluluk, şahs-ı manevidir. On akılla düşünür, yirmi gözle görür. Ve hakeza.

Bütün mesele topluluk içindeki yerini bulabilmektir. Hangi esma senin üzerinde baskınsa onu keşfedip, topluluğa emanet etmektir. Onlar isterse, ihtiyaç duyarsa desteğine davet eder.

Topluluktaki esma sendekinden ibaret değildir. Orada bir konu onlarca esma penceresinden görünür. Senin gördüğün pencere, onlarcasından birisidir. Ortamdan göremediklerin olduğu gibi, senin gördüklerini de gören vardır.

Bir şeyin sana gösterilmesi herkesin gördüğü anlamına gelmez. Onun için 'Neden görmüyorsun' diye diğerini suçlamak ona gösterilenlere haksızlık olur. O da sana 'Sen peki şunu neden görmüyorsun' dediğinde incinme. Çünkü o da senin görmediğini sana göstermektedir. Burada işleyen, hakka taraftar olan 'insaf'tır. Topluluğun bir orta noktada buluşması olan 'istişare' de budur.

Bir kişinin insaflı olduğunun göstergesi, ona bir yanlışı söylendiğinde samimiyetle memnun olmasıdır. Söyleyen kişinin insafla söylediğinin alameti ise, kendisine söylenende uyandırdığı duygudur. Samimi şefkatle cümle kurmak, muhatapta şefkat uyandırır. Yapıcı olur. Karşılıklı dualar oluşur. O söyleyen, söylediğinin gıyabında da onun hayrındadır, duasındadır.