Geçenlerde doksanlı yaşlardaki anamı aradım telefonla. Aramızda alışık olduğumuz espriler yaptım.
Baktım gülmedi. Anladım bir şeyler var. Hafta sonu idi, ani bir kararla gittim yanına. İnsanın anasının hayatta olması ve onu ziyarete gitmesi çok hoş bir evlatlık hali. Öyle mutlu olduk ki. Defalarca sokuldum kucağına ve en küçük evladı olmanın tadını çıkardım ben de. O da tabiî ana olmanın lezzetinde idi.
Daha önce de hep gençlik yıllarından konuşurduk. Baktım bu sefere çok keyfi yok. İnsan bu işte gün be gün değişiyor. Fakat gözler görmeyince hayata ve olaylara dair daha çok sorular sormaya başlamış. Geçen yaz, 'Namazlarını neden geçiriyorsun' demiştim de, 'Zaten az kaldı' gibi bir cümle kurmuştu. Sanırım, ölümü kastetmişti. Ölümü, ciddi ciddi bekliyor gibi duruyor. Yine bir seferinde telefonda, 'Ölmedim işte, duruyorum daha.' demişti. Yani dokunuyor doğrusu böyle cümleler. Seçtiği kelimeler iç dünyada olup bitenlerden haber veriyordu.
Gözleri kapalı, sürekli evde oturan birisi için birilerinin ziyarete gelmesi öyle önemli ki. Gözü, kulağı yolda sanki anamın. Zil çalınca, "Kim geldi", diye soruyor da soruyor. Gelmeyenleri de bir bir sayıyor. Birlikte abdest alıp, namazlar kıldık. Bazı sureleri unutmuş. Birkaç kez üzerinden geçince hatırlıyor. Zor da olsa namazdan kopmaması önemli.
Ara ara yanına sokulup, eski günlere gidiyoruz. Neşesi yerine geliyor. Güzel hatıraların taşıdığı duyguların yaşı yok. Onlar hep güzel. Sevgili ablam ara ara, "Kardeş, konuşmaktan yoruldu." Seni görünce konuşacağı geliyor." diyor. Ama konuşmak da öyle güzel bir nimet ki.
Anam ara ara köyün yaşlılarını sayıp duruyor. Vefat edip gidenleri ciddi takip ediyor. Zaten akranları neredeyse kalmadı. Şimdilerde onu hayata bağlayan Ayşe teyze. Ayşe teyze anamdan büyük. Köyde kendisinden büyük birinin yaşıyor olması ona moral veriyor. Ama itikadı da fena değil, "Ne yazdıysa o." diyor inanarak.

12