PKK'nın başı Abdullah Öcalan'ın İmralı Adası'ndaki duruşmalarını izlemiştim. Ada'ya hangi gazeteden, kimin gideceği önceden belliydi.Gidiş tarihi belli olan gazeteciler, Mudanya'da Jandarma Karakolu'na gidiyor, nüfus cüzdanımızı gösteriyor, giriş için bir engel olmadığı söylendiğinde, Mudanya iskelesinden kalkacak olan vapura gidiliyordu.
Vapura binmek öyle kolay değildi. Dönerli demir kapıdan geçiyor, önce el swapları alınıyor, retina taraması yapılıyor, üzeriniz aranıyor. Yanınıza kalem, kağıt para hiçbir şey alamıyorsunuz. Yolculuk boyunca vapurun önünde ve arkasında, içeriye yolda kimse binmesin diye hem de koruma amaçlı olarak asker bulunuyordu.
KURŞUN GEÇİRMEZ CAMLI BÖLÜMDE
İmralı'ya gittiğinizde, yine aynı işlem yapılıyor, duruşma salonuna girmeden önce kurşun kalem ve not defteri veriliyordu. Silah olarak kullanılan kalemler olduğu için Ada'ya gidişte kalem verilmediğini öğrenmiştik.Öcalan'ın avukatları ve yakınları ise Gemlik İskelesi'nden geliyordu. Yani, şehit aileleriyle bir arada yolculuk yapmaları güvenlik açısından sakıncalı bulunuyordu.
Öcalan'ın avukatlarının oturma bölümü ile diğerleri arasında tahta perde vardı. Arada jandarma bulunuyordu. Camları Fransa'dan getirilen ve kurşun geçirmeyen bölümde Abdullah Öcalan hep ayakta duruyordu.Mahkeme Başkanı Turgut Okyay, Öcalan'a istediği kadar söz veriyor, şehit ailelerinin avukatlarının sorduğu bazı soruları ise kabul etmiyordu.
Heyet duruşmaya ara verdiğinde, şehit aileleri ve avukatları ile Öcalan'ın yakınları ve avukatları, arada paravan olan iki faklı yerde duruyordu. Ada'ya para ile giriş olmadığı için çay ve tostlar isteyene parasız veriliyordu. Öğle arasında Öcalan da, hücresine götürülüyordu.
HER DURUŞMA BİR OLAYDI
Hakim ve Savcılar Adalet Bakanlığı'nın lokalinde kalıyordu. Duruşma olmadığı saatlerde yürüyüşler yapıyordu. Çevrede alınmış güvenlik önlemlerini de görüyorlardı. Her duruşma bir olaydı. Öcalan bazı şeyler açıkladığında şehit aileleri gibi avukatlarının da tepkileri oluyordu.
Davacılardan birisi de eşi gözleri önünde şehit edilen Hemşire Yıldız Namdar'dı. O hem ağlamış, hem ağlatmıştı. Vapur, Mudanya İskelesi'ne yaklaşırken inanılmaz bir telaş oluyordu. Hemen bütün televizyonlar canlı yayına başlıyor, avukatlar, duruşmayı izleyen gazeteciler o gün yaşananları aktarmaya çalışıyordu.
Öyle Ada'ya telefon götüreyim, cep telefonuyla haber yazdırayım diye bir şey zaten mümkün değildi. İnanın kan ter içinde önce telefonumuza ulaşıyor, sonra sınırlı zaman içinde yazınızı, haberinizi yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Abdullah Öcalan hakkında idam cezası verilmesini herkes bekliyordu. Bu konuda kimse farklı düşünmüyordu.
Nitekim Mahkeme Başkanı Turgut Okyay'ın "kalem kırması" beklenirken, o idam cezasını verdi ama kalemini kırmadı. O kalemi, o gün hatıra olarak Türkiye gazetesinden bir arkadaşımız almıştı.
Kalem kırmanın gerekçesi de şuymuş: Allah bir daha bana böyle bir ceza verilmesini nasip etmesin. O yüzden idam cezası veren hakim kalem kırıyormuş. Bunu da İmralı Adası'nda Abdullah Öcalan'a idam cezası onandıktan sonra öğrenmiştim.
18 OCAK 2000: AFFEDİLİRSE ŞAŞIRMAYIN

6