Dünyanın gözü önünde, üstelik kameraların anbean kaydettiği bir kıyım sürüyor. Gazze'de çocuklar toprağa değil, enkaza gömülüyor. Kadınlar, yaşlılar, masum siviller istatistik tablolarının soğuk satır aralarına sıkıştırılıyor. Ve dünya, bu sayılara bakarken gözlerini devirmekten, diplomatik "endişe" açıklamaları yapmaktan öteye gitmiyor.
Tam da burada devreye giriyor Sumud. Arapça'da "sabırla dimdik durmak, kök salmak" anlamına gelen bu kelime, yalnızca bir söz değil, küresel vicdanın direniş hafızasıdır. Filistinlilerin "Biz buradayız, gitmeyeceğiz" kararlılığı, şimdi 44 ülkeden gelen 50'yi aşkın gemide beden buluyor. Bu filo resmî kayıtlarda "insani yardım" diye geçiyor olabilir. Ama hakikatte, insanlığın utanç defterine atılmış kalın bir çentiktir bu.
ABLUKANIN İTİRAFI
Gazze'ye uygulanan abluka, yalnızca coğrafyanın değil, vicdanın da daraltılmasıdır. İsrail'in yıllardır süren vahşi ve kanlı kuşatması, en temel insani hakları bile boğarken Batı'nın "güvenlik" masallarıyla bunu meşrulaştırması, aslında Batı uygarlığının kendi mezar kazıcısı olduğunun en açık delilidir.
Birleşmiş Milletler ne yapıyor Rapor üstüne rapor. Avrupa Birliği Kınama üstüne kınama. Washington "İsrail'in güvenlik kaygılarını anlıyoruz" nakaratını tekrar ediyor. Bu "anlayış", Gazze'deki her çocuğun mezar taşına kazınan küresel bir ortaklıktır. Çünkü sessizlik de suçtur, unutma da ortaklıktır.
BAUMAN'IN HAYALETLERİ
Zygmunt Bauman modernliğin ölümü görünmez kıldığını söylerdi. Morglara kaldırılan, toplumsal hafızadan kazınan, "fazla veri" haline getirilen ölüler… İşte bugün Gazze'de yaşanan da budur. Haber bültenlerinin alt satırında "38 ölü, 72 yaralı" cümlesini okuduğunuzda, aslında bir halkın yaşamı, bir toplumun onuru istatistiğe gömülmektedir.
Ama Sumud Filosu bu unutuş düzenine çentik atıyor. Çünkü bazı ölüler gömülmez. Onlar, yerin altında değil; yaşayanların göz hizasında durur. İsrail'in tankları, ABD'nin silah yardımları, Avrupa'nın diplomatik ikiyüzlülüğü onları toprağa değil, hafızamıza kazır.
HOLLOWAY'İN ÇIĞLIĞI: İKTİDARSIZLARIN İTİRAZI
John Holloway, devrimden değil, çığlıktan söz eder. Tanklarla değil, çatlaklardan sızan bir isyanla değişir dünya der. Sumud Filosu, işte bu çığlığın denizlerdeki yankısıdır. Ne bir devlet kurma arzusuna sahiptir ne bir iktidar hedefi taşır. Ama iktidarsızların direnişi, çoğu kez tanklardan güçlüdür.
Gemiler, "düzen böyle gelir, böyle gider" diyen küresel uyuşukluğa karşı sessiz ama kararlı bir "hayır" demektir. Washington'un diplomatik masalarında, Brüksel'in ikiyüzlü salonlarında, Tel Aviv'in hesap odalarında duyulmayan bir ses; ama Akdeniz'in sularında yankılanan bir çığlıktır.
SUYUN HAFIZASI VE BATI'NIN İFLASI
Unutmayalım: Su, yalnızca taşımakla kalmaz; hatırlar da. İnsanlığın belleği çoğu zaman toprağa değil, suya yazılır. Bugün Gazze'ye doğru ilerleyen bu filo, Batı uygarlığının "insan hakları" masalını boğan en güçlü şahitliktir.
Amerika'nın "özgür dünya liderliği" Gazze'nin harabelerinde çökmüştür. Avrupa'nın "evrensel değerleri" Akdeniz'in sularında boğulmuştur. BM'nin otoritesi ise Gazze'nin çocuklarının mezar taşları arasında kaybolmuştur.
TÜRKİYE'NİN FARKI VE BÖLGESEL GÜÇ YOLCULUĞU
İşte bu tabloda Türkiye'nin tavrı ayrı bir yerde duruyor. Ankara, yalnızca kınama açıklamalarıyla yetinmedi; ablukanın kaldırılması için defalarca girişimde bulundu, uluslararası platformlarda Filistin'in sesi oldu. Mavi Marmara ile simgeleşen insani diplomasi, bugün çok daha geniş bir ölçeğe taşındı. Türkiye, hem sahada yardım organizasyonlarıyla hem de diplomatik masalarda ısrarcı tavrıyla Gazze için en görünür aktörlerden biri haline geldi.