İsrail'in gölgesinde Terörsüz Türkiye'ye doğru
İsrail'in İran'a yönelik son saldırılarıyla yeniden alevlenen Ortadoğu denklemi, bize bir gerçeği bir kez daha hatırlattı: Terörden arındırılmış, milli mutabakatla örülmüş bir Türkiye hayali artık bir temenni değil, bir beka meselesidir. Üstelik bu mesele, yalnızca iç güvenlikle sınırlı değildir; coğrafyamızın her köşesine sızmış emperyal senaryoların, vekâlet savaşlarının ve etnik fitillerin gölgesinde yürütülen büyük bir varoluş mücadelesidir.
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Suriye'de açılan jeopolitik boşluk, Türkiye için bir kırılma ânıydı. O dönemde bazı çevrelerce "tarihi fırsat" olarak sunulan ayrılıkçı açılımlar, aslında Türkiye'yi parçalı bir yapıya sürükleme senaryosunun ilk perdesiydi. O perde yeniden açılmasın diyedir ki bugün, terörle mücadele artık yalnızca güvenlik politikalarının değil, aynı zamanda toplumsal sözleşmenin, milli birlik tahayyülünün ve hatta diplomatik duruşun bir parçası hâline gelmiştir.
İSRAİL: BÖLGESEL TETİKÇİ Mİ, KÜRESEL TAŞERON MU
Sorulması gereken can alıcı soru şudur: İsrail, terörsüz Türkiye idealinin önünde bir engel midir
Cevap, gün gibi ortadadır. İsrail'in, Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın türev yapılarıyla geliştirdiği temas, artık bir söylentiden ibaret değil, diplomatik ve askeri sahada doğrulanmış bir olgudur. Öcalan'ın satır aralarında bile yer bulan İsrail'e yönelik hayranlık, sadece ideolojik bir sempati değil; bir ortak menfaatler dizgesinin yansımasıdır. Kürtlere bir "devlet hayali" empoze eden bu yaklaşım, yalnızca Türkiye'yi değil; İran'dan Irak'a, Suriye'den Lübnan'a kadar tüm bölgeyi dizayn etme arzusunun parçasıdır.
İsrail'in bu uğurda yıllardır sergilediği diplomatik manevralar, ekonomik nüfuz ve askeri provokasyonlarla örülü strateji, Türkiye'nin yükselen gücünü erken safhada budamaya matuftur. Ve evet, artık saklanmayan bu niyet, İsrail'i sadece bir devlet değil, bölge halklarının geleceği için bir tehdit hâline getirmiştir.
DEVLETİN GÖĞSÜNDE AÇAN ORTAK VİCDAN MİLLİ MUTABAKAT
Tam da bu sebeple, "Terörsüz Türkiye" ideali, yalnızca devlet aklının değil; millet vicdanının da ortak hedefi olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak, ancak geniş bir toplumsal seferberlikle mümkündür. Ekim ayında yapılan çağrıyla başlayan süreç, yalnızca teröre karşı değil, aynı zamanda emperyal kurgulara karşı da bir meydan okuma anlamı taşıyor.
Bu noktada Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın şu sözleri, sürecin ruhunu tarif eder niteliktedir:
"Milletimizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine kasteden hiçbir senaryoya, hiçbir oyuna geçit vermeyeceğiz. Türkiye'yi yeniden bir terör bataklığına sürüklemek isteyenlere fırsat tanımayacağız."
Bu irade, yalnızca devletin kararlılığını değil, milletin her ferdinin hassasiyetini de içine alan bir topyekûn direniş çağrısıdır. Bu çağrının ete kemiğe büründüğü mecralardan biri, Sivil Dayanışma Platformu'nun başlattığı "Türkiye Sohbetleri"dir. Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye Yüzyılı vizyonunu gündeme taşıyan bu buluşmalar, sivil iradenin sürece entegre olmasının yolunu açmaktadır.
Bu çabaya bir başka güçlü katkı da MHP'den gelmektedir. Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin liderliğinde başlatılan "Asırlık Birlik, Sonsuz Kardeşlik" temalı "Terörsüz Türkiye İçin Milli Birlik ve Dayanışma Buluşmaları", süreci toplumsallaştırma adına tarihî bir misyon üstlenmektedir. Bahçeli, bu sürece ilişkin yaptığı çağrıda şöyle seslenmiştir:
"Türk milleti bir bütündür, ayrılmaz bir kardeşlik harcıyla yoğrulmuştur. Terörle mücadelede geri adım yoktur. Türkiye'yi bölmeye çalışan iç ve dış mihraklara karşı milli bir duruş sergilemek her vatan evladının görevidir."