İstanbul'un tarihi semtleri (6)

İstanbul'un semtlerini kısa notlarla sizleri sıkmadan anlatmaya devam ettiğimiz serimizin beşinci bölümü ile huzurlarınızdayız.

Langa: Bir zamanlar İstanbul'un içinden geçen tek akarsu olan Lykos (Bayrampaşa) Deresi'nin Marmara Denizi'ne karışmadan önce şehre son kez selam verdiği bereketli topraklar olan Langa bölgesi, adını Konstantin Surları'nın dışında olmasından ötürü bölgeye verilen ve dışarısı ya da dışarıda anlamına gelen Vlanga kelimesinden almıştır. Bu bölge Lykos Deresi'nin taşıyarak biriktirdiği alüvyonlu topraklar üzerine oturmasına binaen yüzyıllarca envai çeşitte zerzevattın yetiştirildiği bir mıntıka olmuştur. İstanbul'un mazide kalmış günlerine yetişmiş yaşlı sakinleri Langa bostanlarında yetişen mısır, domates, hıyar ve turp gibi sebzeler ile dut, kayısı, armut ve incir gibi meyvelerinde bulunan tat ve aromanın İstanbul'un başka yerlerinde yetiştirilen aynı ürünlerle kıyaslanamayacağını ifade ederler. Bu bostanlarda bulunan mandıralardan elde edilen peynir ve yoğurtların da tadının da dillere destan olduğu anlatılır. Burada üretilen yoğurtlar günlük olarak İstanbul'un sokaklarında satılırmış. İstanbul içine köy havasının yaşandığı bu bölge Küçük Langa ve Büyük Langa olarak iki kısma ayrılmış olup, burada bostancılık ve mandıracılık yapanların kahir ekseriyeti Bulgar ve Rumlardan oluşmaktaymış. 1960larla beraber başlayan apartman furyası ile birlikte bu verimli arazilerde apartmanlar mantar gibi çoğalmaya başlar ve bu da İstanbul'u besleyen bostanların sonunu getirir. Marmaray inşaatı sırasında bölgede yapılan arkeolojik kazılarda İstanbul'un tarihine ışık tutacak pek çok obje bu bölgede tekrardan yeryüzüne çıkartıldı. Buluntuların bir kısmı şimdilik İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde sergilenmekte. Meraklısına duyurulur.

Yenikapı: Sultan IV. Murad'ın tebdil-i kıyafet İstanbul sokaklarında dolaştığı tarihi bir hakikattir. Sultan bunu kimi zaman devlet işlerinden sıkılınca şehri rahatça gezip kafa dağıtmak için, kimi zaman da halkın huzurunun sağlanması icin koyulan bazı yasakların uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için yapar. Yine kılık değiştirip halkın içine karıştığı günlerin birinde saraya dönmek için yanında has bir adamı olduğu halde Üsküdar'dan bir kayığa biner. Kayıkçının çektiği birkaç kürekten sonra Sultan Murad muhabbet açmak icin fırsat kollar. Önce havadan sudan başlayan muhabbet bir süre sonra kayıkçının ne yapıp ne ettiğine gelir. Kayıkçı, geçinmek için kayıkçılıktan başka bir çeşit gaipten haber verme işi olan remmallık yaptığından bahsedince, Sultan Murad adama bu yaptığının padişahın kulağına giderse kellesinden olacağından bahseder. Bizim kayıkçı "Beyim padişah kim bilir ne mühim islerle meşgul, bizden nereden haberi olacak" diye gülüp lafı geçiştirir. Bunun üzerine "Madem bu işte bu kadar mahirsin, öyle ise at bir remil de padişah neredeymiş bir bilelim" der Sultan Murad. Adam fırsat bu fırsattır deyip bu beyzadeye bütün hünerini göstermek için hamle yapar. Elindeki kâğıda bir şeyler karalar, yazar-çizer ve bir zaman sonra "Padişah derya üzerinde bir yerdedir" der ve "Hatta tam yerini size söyleyeyim" der. Tekrardan yazıp çizmeye, elindeki kâğıda bir şeyler karalamaya başlar. Bir zaman sonra da "Hayret, padişah bu kayıkta görünüyor. Ben olmadığıma göre siz olsanız gerek" der. Sultan Murad'ın üfürükçülük diye tabir edilen bu tarz şeylere müsamaha göstermediğini çok da iyi bilen kayıkçının beti benzi atmıştır. Sonuçta kelleyi kaybetme ihtimali kapıda belirmiştir. Sultan Murad "Mahirmişsin. Bir remil daha at da şehre hangi kapıdan gireceğim onu da söyle. Bunu da bilirsen ödülün büyük olur, yoksa gerisini sen düşün" der. Kayikci can havli ile bir remil daha atar ve yine baslar karalamaya. Yazar çizer ve en son bir kâğıda bir şeyler yazıp katlar ver padişaha uzatır. "Sultanim, şehre nereden gireceğinizi bu kâğıda yazdım, ama girdikten sonra okuyunuz" der. Sultan Murad kâğıdı alır ve cebine sokar. Kısa bir yolculuğun akabinde karşı kıyıya varırlar. Sultan Murad sur üzerinde nöbet tutan askerlere surda bir gedik açmaları emrini verir. Eline kazma- kürek cevrede ne varsa kapan askerler birkaç saatin sonunda surun alelade bir kısmında bir gedik acarlar. Sultan Murad bu gedikten içeri girer ve kayıkçının bunu tahmin edememiş olacağını düşünür ve kendine verilen kâğıdı açar. Kâğıtta "Yeni kapınız hayırlı olsun padişahım!" yazmaktadır ve açılan bu kapı sebebiyle bu mıntıka Yenikapı diye anılır olur. Samatya'ya yakın oluşu sebebi ile bir zamanlar Rum ve Ermeni vatandaşların ikamet etmek için rağbet ettiği bu semt, eski günlerinin güzelliğini tarihin tozlu sayfalarına ve müdavimlerinin anılarına saklamıştır.