İstanbul'un tarihi semtleri (26)

Geçtiğimiz hafta Fener semtini tanıtmaya bir girizgâh yapmış, sizleri semte Ayakapı tarafından adim attırmış ve eski adi Meşrutiyet yeni adı Sadik Ahmet olan caddeye ulaştırmış, burada caddeye adını veren Doktor Sadik Ahmet hakkında biraz malumat vermiş ve sizleri Fener Rum Patrikhanesi'nin önüne kadar getirip burada yazımıza noktayı koymuştuk. Bugün de sizlere Rum Patrikhanesi hakkında kısa bir izahat vereceğiz.

Fener Rum Patrikhanesi yaklaşık 1700 yıllık tarihiyle Hristiyanlık tarihi içinde varlığını devam ettiren en uzun süreli kuruluşlardan biridir. Roma İmparatorluğu devrinden günümüze kadar siyasi olarak pek çok kez çalkantılı günler geçiren patrikhane, Roma'nın son devrinde yüz yüze kaldığı tarihe karışma korkusundan İstanbul'un Fethi ile kurtulmuştur.

Hristiyan tarihinde başpiskoposluk makamı olarak bilinen Roma, İskenderiye ve Kudüs kiliselerinin bir havari tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. İstanbul ise 330 senesine kadar bu tasnifin dışında kalmış fakat bu tarihte gerçekleşen Kalkedon (Kadıköy) Konsülü ile beraber bağlı bulunduğu Marmara Ereğlisi (Heraklea) piskoposluğundan ayrılarak önce müstakil bir piskoposluk olmuş akabinde de başpiskoposluğa yükseltilerek doğu kiliseleri içinde eşitler arasında birinci konuma getirilmiştir. Aslında bu durum İstanbul'un İmparator Konstantin tarafından 330 tarihinde başkent yapılmasının akabinde, yeni başkentin dini statüsünün başkentlik için düşük olmasından kaynaklanması neticesinde gerçeklesen siyasi bir manevradan başka bir şey değildir.

Daha önce başpiskoposluk statüsü için gerekli şartlardan birinin o bölgedeki kilisenin kuruluşunun bir havariye bağlanması gerektiğinden bahsetmiştik. Bu durum İstanbul için tarihi olarak gerçek değildir. Fakat bu gerçeklik Konstantin'in planlarını hayata geçirmesine engel olamamış, bu durumu aşmak için ise konsülde bir müsamere tertip edilmiş ve o güne kadar Bizantium( İstanbul) piskoposu olan Aleksandros rüyasında havarilerden Andreas'ı rüyasında gördüğünü, Andreas'ın rüyasında kendisinin Bizantium'a geldiğini ve burada bir süre tebliğ yaptığını iddia etmiş ve bu tertiplenmiş sözde mucizevi rüya ile Konstantin'in yeni başkentinin başpiskoposluk seviyesine yükseltilmesi için gerekli olan şartların yolunu açmıştı.

Gerçekten de Konstantin'in yaptığı bu hamleye konsülde kimsenin sesi çıkmamış bu sayede de yeni kurduğu başkentinin dini statüsünü yükseltmiş bulunuyordu. Aleksandros da gördüğü bu mucizevi rüyanın karşılığını rütbesinin piskoposluktan başpiskoposluğa yükseltilmesi olarak almıştı ki bu da patriklik makamı demek oluyordu.

Patrikhanenin tarihi Roma döneminde inişli çıkışlı bir seyir seyretti. Kimi zaman el üstünde tutulurken kimi zaman ise göz ardı edildi. Zaman zaman çıkan isyanlarda parmağı olduğu dahi ima edildi ama o gücünü her daim korudu. En büyük darbeyi ise İstanbul'u 1204 senesindeki IV. Haçlı Seferi'nde işgal eden Katoliklerden yedi. Katolikler İstanbul'da bulunan bütün kiliseleri yağmaladılar, kafirlikle itham ettikleri Ortodoks papazları ve rahibeleri doğradılar.

Katoliklerin İstanbul'dan defedildiği 1261 senesinden İstanbul'un Fethine kadar geçen süre zarfında Patrikhanenin statüsü değişmemekle beraber Patrikhane denetiminde olan çoğu kilise ise harabe halde bulunmaktaydı. Pek çok kişinin düşündüğünün aksine Fetihten önce Ayasofya Patrikhane olarak kullanılmamaktaydı. Ayasofya imparatorların şahsi mülkü olmakla beraber kullanım hakki patriklere tahsis edilmişti. Bu arada Ayasofya'nın Fatih Sultan Mehmed şahsi vakfına tahsis edilmesinin Ayasofya'nın fetihten önce imparatorun şahsi mülkü olmasından kaynaklandığını belirtmekte yarar var.

Fetihten sonra koyu bir Katolik aleyhtarı olan Gennadios patrik olarak atandı. Ayasofya fetih hakki olarak camie tevdi edildiği icin Gennadios Efendi patrikhane olarak şehrin en büyük kiliselerinden biri olan Havariyyun Kilisesi'ni seçti. Havariyyun Kilisesi günümüzde Fatih Camii'nin olduğu arazide olup, uzun yıllar boyunca imparator ve imparatoriçelerin defin yeri olarak da kullanılmış büyükçe bir mabet idi. Fakat bu kilise kubbesi çökmüş bakımsız ve acilen tamirata ihtiyacı olan eski bir binaydı.

Gennadios Efendi yaptığı ince eleme ve sık dokumanın ardından binanın güvenli olmadığını ve çevrede fazlaca bir cemaatinin de bulunmadığını padişaha bildirmiş ve sadece iki sene sonra 1455'te Pammakaristos Manastırı'na taşınmıştır. Havariyyun Kilisesi'ne göre daha küçük fakat çok iyi durumda olan bu manastır 1518 tarihinde kapsamlı bir tadilat geçirmiş ve bazı eklemeler ile daha kullanışlı hale getirilmiştir. II. Theoleptos'un patrikliği dönemine denk gelen 1586 senesinde Pammakaristos Manastırı küçüklüğünden ötürü ani bir kararla boşaltılmış ve patrikhane 1597 tarihine kadar kalacağı Ayvansaray Pangia Vlaherna Ayazmasına taşınmıştır.

Bu yeni adresindeki misafirliği de çok uzun sürmeyen patrikhane yine Ayvansaray'da bulunan Aya Dimitri Kilisesinde 1602 tarihine kadar görev yapmaya calisti.1602 tarihinde tarihinin son taşınmasını yaşayan patrikhane, günümüzde de görevine devam ettiği Fener semtindeki Aya Yorgi Kilisesi'ne taşındı.

Osmanlı döneminde Patrikhane'nin statüsü Fatih Sultan Mehmed'in Gennadios Efendiye verdiği ferman ile garanti altına alinmiş olup, ferman da Fatih Sultan Mehmed "Kimse, Patrike tahakküm etmesin, kim olursa olsun hiçbir kimse kendine ilişmesin, kendi ve maiyetinde bulunan papazlar her türlü hizmetten ebediyen muaf olsunlar, kiliseleri camiye tahvil edilmeyecektir. İzdivaç ve defin işleri, sair âdet ve işleri Rum adetlerine göre eskisi gibi yapılacaktır." buyurmuştur.

Osmanlı devrinde patrikhanenin devlet ile olan ilişkisi genel anlamda iyi olmakla beraber, zaman zaman ilginç işlere imza attığını söylemek gerekir. Patrikhanenin bütün Ortodokslardan sorumlu olduğu iddiası ve kendi fikirlerine tezat yerel kiliseler ile olan çekişme bazı çatışmaları beraberinde getirmiştir. Özellikle de 1600lu yılların başından itibaren Patrikhanenin padişah nezdinde giriştiği ve muhtar bir Ortodoks kilise konumunda olan Ohri Metropolitliği'nin lağvettirilmesine yol açan durum Makedonya bölgesindeki Ortodoks Slavların Patrikhaneye karşı bir turum geliştirmesine yol açmış ve 1650'ye kadar bölgedeki pek çok Slav Rum Patrikhanesi'nin tahakkümünden çıkmak için din değiştirerek Müslüman olmuşlardır.