72 numaralı facia...

strong class"read-more-detail"Haberin Devamı

50'li yıllarda kara yolları bu kadar güzel değildi, kara ulaşım vasıtaları da kısıtlıydı. Gölcük, Değirmendere, Karamürsel gibi lise bulunmayan yerlerden, öğrenciler İzmit Lisesi'ne okumaya giderdi. Bu öğrencileri 72 baca numaralı küçük Üsküdar vapuru getirip götürürdü. Vapurun yolcularının büyük çoğunluğunu ortaokul, lise öğrencileri oluşturuyordu. 1 Mart 1958 Cumartesi günü, bazı kaynaklar 300 bazıları ise 500'ün üstünde yolcu ile vapurun sefere başladığını söylüyor. Üsküdar vapurunun son seferinde büyük bir facia yaşandı. Faciada resmi rakamlara göre 392 kişi yaşamını yitirdi. Üsküdar vapuru faciası, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugüne kadar meydana gelen en ölümlü sivil deniz kazasıdır. İzmit halkı ve balıkçıların çabası ile denizden günlerce ceset çıkarıldı. İlk gün denizden çıkarılan ceset sayısı 143'tür. Faciadan sadece 40 yolcu kurtulabildi. Öğrenci kayıpları ancak pazartesi günü İzmit Lisesi ve endüstri meslek liselerinde yapılan yoklamalar sonrasında anlaşılabildi... Gemi kaptanı için "Denize atladı, kendini kurtardı" denildi ancak Mehmet Kaptan'ın cesedi kazadan bir buçuk hafta sonra Et ve Balık Kurumu'nun ağlarına takıldı. Elleri, gözlerini kapatmak istercesine yüzüne doğru kıvrılıp kalmıştır. Cebinden 160 kuruş, bir çakı ve sarı lacivert bir tespih çıkar. Kaptanın saati tam 14.00'te durmuştur. Kaza sonrasını en iyi görüntüleyenler Kazım Ertek ve ünlü fotoğraf sanatçısı Ara Güler'di. Güler'in fotoğrafları Times ve Paris Match'da yayımlandı. Faciadan kurtulan Hikmet Ağaçkoparan, o anları şöyle anlatıyor: "O tarihte ben, İzmit Sanat Enstitüsü'nde 3. sınıfta okuyordum. O zamanlar cumartesi yarım gün okul vardı. Hafta sonu olduğu için İstiklal Marşı merasimi sonrasında, müdür muavini konuşma yapardı. O gün konuşma biraz uzun sürdü. Bir fırtına başladı ki inanılmaz. Ağaçlar devrilecek gibiydi. Vapura bindiğimizde her şey gayet normaldi. Ben alt katta oturuyordum. SEKA'nın önlerine gelmiştik. Birden alt katın camları kırılmaya başladı, üst kata çıktım. Millette bir telaş başladı. Can yeleklerini almaya çalışıyor, koşuyorlardı. Biletçi Kamil vardı, "Korkmayın bir şey olmaz yavaş yavaş gideceğiz böyle" dedi. Kaptan köşkünden çan sesi geldi ve gemi aniden sol tarafa doğru yatmaya başladı. Yukarıdan bir gürültü koptu. Kaptan köşkü kaptanla birlikte denize uçtu. Gemi idaresiz kalınca, dümen sol tarafa döndü. Gemi sol tarafa doğru battı, ardından içeriye sular doldu. Dünya önce masmavi sonra yeşil oldu, kahverengiye döndü ve simsiyah oldu. Geminin dibe oturduğunu hissettim. Ciğerlerim patlayacak gibi oldu. Kapıdan daldım, yukarı çıktım. Yukarısı kaptan köşkü, orası uçmuş. Oradan suyun üstüne çıktım ama suyun üzerine çıkarken hani bir denizaltıdan füze atarsın ya, aynı o şekilde roket gibi denizin üzerine fırladım. Yüksek basınç nedeniyle burnumdan ve kulaklarımdan kan geldiğini hissettim. Sağa sola baktım, denizin üstü insan doluydu, tam bir can pazarıydı. 30 metre kadar ileride kaptan köşkünün parçasını gördüm, yüzerek üstüne çıktım. Turgut ve Çiğdem isimli arkadaşlar da oradaydı. Çiğdem bir süre sonra kendini denize attı, herhalde soğuktan donmuştu. Turgut da, "Çiğdem" diye bağırarak onun arkasından kendini denize attı. Gözümün önünde oldu her şey. Sonradan bulunan cesetlerde ikisi de çıkmadı. Bir ara kaptanı gördüm, "Sizi kurtaracaklar, hiç merak etmeyin bir şey yok battık işte" dediğini hatırlıyorum. Kaptan köşkünün üzerine tırmandığımda kolumdaki saate baktım 12.59'da durmuştu. Uzaktan bir karaltı gördüm, denizaltı silueti olduğunu anlamam uzun sürmedi. Uyandığımda geminin içindeydim, astsubaylar bana çay veriyordu. Halat atarak beni gemiye almışlar, hiç hatırlamıyorum. Saat 17.30 gibi olmuş, titreyerek uyandım. 'Ne oldu bize' diye soruyordum etrafımdakilere"