Oyun hep aynı, sadece figüranlar değişiyor…
Mesele basit; toplumda nümayiş çıkarılacak devleti yönetenler hain, onların yerine geçecek işbirlikçiler kahraman ilân edilecek.
Bu Osmanlı Devleti'ni artçı depremler gibi sarsan yeniçeri ayaklanmalarında da böyleydi. Devletinin eski gücüne kavuşması için mücadele veren Sultan Abdülâziz'in yanı başındaki gafillerin darbesiyle 30 Mayıs 1876'da tahttan indirilmesi de böyle oldu.
Avcı Taburları'nın 31 Mart Vak'ası isyanını başlatmasıyla, 624 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti'nin imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılması da böyleydi. Vesayet odaklarının gölgesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti için de böyle.
İçimizdeki hainler azalmadıkça da bu böyle devam edecek.
ÜLKE YANGIN YERİNE DÖNDÜ
1923'ten günümüze 102 yıl geçti ve bu süre zarfında Türkiye Cumhuriyeti tamı tamına 67 hükümet gördü. İçimizde ve çevremizde kriz hiç eksik olmadı. Rejim tartışmaları, kuvvetler ayrılığını oluşturan yasama, yürütme, yargı organları arasındaki yetki ve güç savaşları alevlendikçe ülke yangın yerine döndü.
27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980 darbeleri, 12 Mart 1971, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 muhtıraları, 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969, 9 Mart 1971 ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve ayaklanmaları ile demokrasi askıya alınarak kesintiye uğratılmaya çalışılsa da, ülke her defasında tekrar 1950'deki "fabrika ayarları"na dönmeyi başardı. (14 Mayıs 1950 yılında Adnan Menderes'in gerçekleştirdiği "beyaz ihtilâl" ile CHP'nin 27 yıllık Tek Parti diktası yıkılarak, Türk siyasetinde yeni bir dönemin kapıları aralandı.)
KARDEŞİ KARDEŞE KIRDIRDILAR
Bugün 12 Eylül. Demokrasiye verilen "kanlı balans ayarı" 1980 Darbesi'nin üzerinden tam 45 yıl geçti. Hafıza-i beşer nisyan ile ma'lûldur. Yani insan hafızası unutkanlık hastasıdır. Fıtrat gereği yaşamını devam ettirebilmek için unutmaya kodlanmıştır; fakat her şeyi değil. Bu milletin asla unutmaması ve unutturmaması gereken olaylardan birisi de 12 Eylül Darbesi'dir.
Hatırlayalım...
12 Eylül 1980 Darbesi'ne altyapı oluşturmak için millete yeni bir pusu kuruluyordu. Sivas'ın, Maraş'ın, Çorum'un dahası Türkiye'nin yangın yerine çevrildiği ve "adres sormayan kurşunlar"ın çıkardığı ölümcül çığlıklar her geçen gün daha da dayanılmaz bir hâl alıyordu. Devrimciler ve Ülkücüler sinsice tezgâhlanan kaosun tam ortasında ölümüne "yaşasın vatan!.." diye slogan atıyorlardı. Ortaokullardan tutun da üniversitelere kadar her yerde, sıraların altından kitap yerine "haydar"lar, kalem yerine "delikli demir"ler çekiliyordu.
"ORDU YÖNETİME EL KOYDU"
Ülkeyi yönete(meye)nler çaresizdi!.. Askeri vesayet; Hasan Mutlucan'ın "yine de şahlanıyor..." türküsünü yeniden söyleyeceği ânı bekliyordu. Ve o türkü, tarihler 12 Eylül 1980'i gösterdiğinde, TRT'nin siyah-beyaz görüntülü camından bütün Türkiye'ye bir kez daha dinletilmekle kalmayıp, seyrettiriliyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in "Ordu yönetime el koydu" anonsuyla yeni bir karanlık süreç başlatılıyordu.
(Bu kanlı darbeden geriye ABD'nin istihbarat teşkilatı CIA'nın Türkiye Şefi Paul Henze'nin darbeyi dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter'a "Bizim çocuklar başardı" müjdesini vermesiyle birlikte yargısız infazlar, faili meçhuller, zindanlarda inim inim inleyenler, katledilen cansız bedenler ve gözü yaşlı aileler kaldı.)
Postallarını giyerek sivillerin arasına dalan kudretli paşa Kenan Evren, âdeta bir "tiran" edasıyla "43. Kerhen Milliyetçi Cephe Hükümeti"nin başbakanı Süleyman Demirel ile birlikte Bülent Ecevit'i Gelibolu Hamzaköy'e, Necmeddin Erbakan ve Alparslan Türkeş'i ise İzmir Uzunada'ya zorunlu tatile(!) gönderiyordu.