Yanan ormanlardan yükselen soru: Bu sessizlik neyi saklıyor

Her yaz benzer görüntülerle karşılaşıyoruz. Ekranlarda alevler, dumanlar, itfaiye araçları… Sosyal medyada yükselen "ciğerimiz yanıyor" haykırışları, ardından yetkililerden gelen taziye ve telafi açıklamaları… Ama sonra ne oluyor

Sonra sessizlik.

Ben bu sessizliği geçtiğimiz hafta yayımladığım yazımda, "Her yaz ciğerlerimiz yanar ama hâlâ bir sistemimiz yok" diyerek dile getirmiştim.

Bugün o yazının devamı niteliğinde bir başka önemli gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü bu kez sadece yanan ormanlar değil, bazı sorular da içimizi yakıyor.

30 Temmuz Çarşamba günü,

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yılmaz, kamuoyuyla dikkat çekici bir basın açıklama yaptı.

Bir basın açıklamasından öte, vicdani bir çağrıydı bu.

Sayın Yılmaz, iki ayrı tablo sundu:

Birinci tablo, Türkiye'de rant değeri en yüksek 10 ili gösteriyordu. Listenin başında İstanbul, Muğla, İzmir, Antalya gibi iller yer alıyordu.

İkinci tablo ise, en çok orman yangınının çıktığı 10 ili kapsıyordu.

Ve ilginçtir ki ya da düşündürücüdür ki bu iki liste neredeyse birebir örtüşüyordu.

Bu örtüşme karşısında sorduğu soru çok yalındı ama etkisi derindi:

"Rant değeri en yüksek iller ile en çok yangın çıkan illerin sıralamalarının bu kadar benzer olması sizce sadece tesadüf mü"

Bu tür sorular bazen fazla "politik" ya da "iddialı" bulunabilir. Ancak Sayın Yılmaz'ın yaklaşımı, ne suçlayıcıydı ne de popülist. Aksine, gerçeklere dayalı, sorumluluğa çağıran bir duruş ortaya koydu.

Son yıllarda kamuoyunda sıkça tartışılan "yangın-rant ilişkisi" artık sadece sosyal medya şüpheleriyle sınırlı değil. Çünkü yangın sonrası alınan imar kararları, bazı bölgelerde hızla değişen arazi statüleri, bölgede yapılan turizm planları gibi birçok gelişme, bu şüpheleri destekler nitelikte.

Sayın Yılmaz, bu süreci hem bir çevre meselesi hem de bir hukuk ve ahlak meselesi olarak ele alarak çok önemli bir noktaya parmak bastı:

"Yanan ormanlık alanlar hiçbir gerekçeyle konut, otel, turistik tesis gibi imar projelerine açılmamalı. Bu yasak, Anayasa ile güvence altına alınmalıdır."

Bu çağrının altını kalın kalın çizmek gerekiyor. Çünkü Türkiye'de orman alanlarının korunmasına ilişkin yasalar var olsa da, bu yasaların sonradan değiştirilebildiği veya "istisna" maddeleriyle esnetilebildiği örnekleri hepimiz gördük. Oysa anayasal güvence, bu alanların kısa vadeli ekonomik çıkarlarla kurban edilmesini engelleyecek en üst düzey teminattır.

Bu açıklama, siyasetin gündelik dilinden ayrılan bir ciddiyet ve sorumluluk taşıyor.

Sayın Yılmaz'ın da dediği gibi:

"Bir ülkenin itibarı, gösterişli konvoylarla, lüks makam odalarıyla değil; insanına, doğasına, fidanına, ormanına verdiği değerle ölçülür."