Kasayı boşaltan tutuklu, kasayı teslim eden hâlâ koltukta!

Türkiye günlerdir peş peşe açılan yolsuzluk dosyalarının sarsıcı etkisini konuşuyor. Sadece tek bir dosya değil; halkın devlete duyduğu güveni kökünden sarsan bir zincirle karşı karşıyayız. Can Holding operasyonunda ortaya çıkan 88 milyar liralık kaynağı belirsiz para akışı, devlet kadrolarının kimlerin eline teslim edildiğini gösteriyor. Ardından Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Emrah Şener… Bu ülkenin parasının üzerinde imzası olan, "devleti temsil eden" bir isim. Şimdi milyonlarca liralık usulsüzlükten tutuklu. Daha bitmedi; Mehmet Şimşek'in referansını bizzat verdiği Emrah Şahin zimmet ve dolandırıcılıktan cezaevinde.

Bu tablo münferit olay değildir; yönetim tarzının sonucudur. Eskiden suçlu devlete gizlice sızardı; bugün suçlu devlet eliyle taşınarak göreve getiriliyor. Kimse bu kişileri gece karanlığında kurumlara yerleştirmedi; bizzat imzayla, makamla, referansla meşrulaştırdı. O halde soru açıktır: Bu kişileri göreve getirenler neden hesap vermiyor

Bugün adalet terazisi sadece memuru tartıyor; referansı veren siyasetçi ise dairenin dışında tutuluyor. Oysa devlet yönetiminde asli sorumluluk sadece "hırsızı yakalamak" değil, emaneti kime teslim ettiğinin hesabını verebilmektir. Çünkü yanlış kişiyi yetkilendiren, yanlışın ortağıdır.

Bu yaşananlar sadece ekonomik bir sorun değildir; devlet vatandaş güven ilişkisinin çöküşüdür. İnsanlar artık banknottaki imzaya bakıp "Bu imzanın sahibi şu an hapiste" diyor. Bu itibar kaybı, döviz kurundan bile daha aşağı çekici bir etkendir. Çünkü güven kaybolduğunda ekonomi de ayakta duramaz.

Buradaki kırılma şu soruda yoğunlaşıyor:

"Oyuncu yakalandı, peki o oyuncuyu sahaya süren 'antrenör' neden hâlâ yedek kulübesinde değil"
Yerli ve "millî" oyuncu kasayı boşalttı ama "millî antrenör" hâlâ iş başında. İşte halkın vicdanındaki kırılma tam da burada.

Avrupa'da bir genel müdür hata yaptığında bakan istifa eder. Bizde ise skandal büyüdükçe koltuk daha da sağlamlaşıyor. Devleti zayıflatan hırsızlık değil; hırsızlığa rağmen kimsenin sorumluluk almamasıdır.

Bu noktada Milli Görüş'ün temsil ettiği anlayış devreye giriyor. Saadet Partisi'nin yönetim çizgisi slogan değildir; köklü bir devlet ahlakıdır: ehliyet, liyakat ve adalet. Çünkü inancımızın ölçüsü nettir: "Emanet ehline verilir." Bu sadece bir prensip değil; bir medeniyet ölçüsüdür. "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" emri devlet idaresinin omurgasıdır.