Hukuku aşan merhamet: Ahmet Türk örneği

Son dönemde siyasi gündemi takip edenler, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı'nın açıklamalarında dikkat çekici bir tekrar fark etmiştir. Kendisi yine konuştu ve yine adeta bir mahkeme başkanı gibi karar verircesine ifadeler kullandı: "Ahmet Türk göreve dönsün, Ahmet Özer tahliye edilsin." Bu kadar net, bu kadar talimat gibi, bu kadar rahat. Hangi sıfatla söylüyor, hangi yetkiyle konuşuyor, kim adına karar veriyor Cevap yok. Ancak kamuoyu, artık bu söylem biçimine alışmış görünüyor. Bir isim telaffuz ediliyor, birkaç gün sonra yargı organları harekete geçiyor. Daha önce de benzer bir tablo yaşanmıştı. "Ahmet Türk yaşlıdır, ev hapsine alınmalı" dendiğinde kısa süre içerisinde ilgili yargı adımları atılmıştı. Şimdi de aynı kişi için "göreve iade" çağrısı yapılıyor. Bu ülkede hukukun üstünlüğüne inanan herkesin zihninde şu sorular dolaşıyor: Yargı, siyasi beyanlara göre mi şekilleniyor Hâkimler karar verirken bu açıklamalardan etkileniyor mu

Yargının bağımsız olması gereken bir hukuk devletinde, siyasi aktörlerin bu denli açık şekilde "şu serbest bırakılsın, bu göreve gelsin" şeklindeki yönlendirmeleri, sadece siyaseti değil, adalet sisteminin inandırıcılığını da zedelemektedir. Milliyetçi Hareket Partisi liderinin bu çıkışları artık sıradanlaşmış durumda. Ancak asıl dikkat çeken nokta, bu söylemlerin neden hep belli isimler söz konusu olduğunda gündeme geldiğidir. Ahmet Türk adı geçtiğinde, dili yumuşayan, vicdan vurgusu yapan bir üslup devreye giriyor. Buna karşın, 28 Şubat hükümlüleri gibi yıllarca içeride kalmış yaşlı tutuklularla ilgili benzer bir insani yaklaşım sergilenmiş değildir. Hal böyle olunca kamuoyu doğal olarak sorguluyor: Bu özel ilgi nereden kaynaklanıyor Bu kadar yoğun bir "Ahmet Bey hassasiyeti" siyasi ilkelere mi dayanıyor, yoksa başka sebepleri mi var

Şüphesiz siyasette ilişkiler değişebilir, ittifaklar kurulabilir, hatta belli başlı karşılıklı anlayışlar gelişebilir. Fakat bu ilişkilerin yargıya yansıyan etkisi, adalet duygusunu örselediğinde, toplumun güven duygusunda ciddi yaralar açar. Milliyetçi bir çizgiyi temsil eden bir partinin liderinin, kamuoyunda terörle arasına mesafe koymamakla eleştirilen bir figürü açık şekilde sahiplenmesi, kendi siyasi tabanında da sorgulanması gereken bir çelişki ortaya koymaktadır. Diğer siyasi partilerin benzer yakınlıkları eleştirilirken, bu sahiplenmenin görmezden gelinmesi, ilkesel değil, konjonktürel bir tutuma işaret eder.