Avrupa kritik madenlerde Çin'e bağımlı hale gelirken, Türkiye ise rezerv sahibi olmasına rağmen işleme teknolojisinde dışa bağımlı durumda. Nadir toprak elementleri artık sadece ekonomik bir konu değil; doğrudan egemenlik, yani devlet kapasitesi ve bağımsızlık meselesidir.
Bugün Avrupa'nın yaşadığı sıkışma, aslında yıllar önce kurulmuş bir bağımlılık zincirinin sonucudur. Avrupa yıllarca ucuz üretim için kendi sanayisini Çin'e taşıdı. Bugün ise aynı Çin, tedarik zincirinin düğümünü elinde tutarak Batı'yı stratejik olarak rehin almış durumda. Avrupa basını çok açık söylüyor: "Birdenbire Çin'in rehineleri olduk."
Bu sözler bir abartı değil, sahadaki çıplak gerçeğin itirafıdır.
Çünkü Çin, nadir toprak elementlerinde neredeyse mutlak bir tekel kurmuş durumda. Galyumda yüzde 98, grafitte yüzde 95, manganezde yüzde 92 ve nadir toprak elementlerinde yüzde 90'ın üzerinde üretim ve işleme payına sahip. Asıl kritik nokta ise sadece çıkarma değil, işleme ve nihai ürün aşamasını da kontrol ediyor olmasıdır. Yani sorun "kaynak üstünlüğü" değil, "teknoloji ve rafineri üstünlüğü"dür.
Bu nedenle Avrupa'daki tartışma artık "ticaret" başlığı altında değil, doğrudan "ulusal güvenlik" kategorisinde yürütülüyor. Askeri teknoloji, enerji dönüşümü, yapay zeka, çip üretimi, savunma sistemleri… Hepsinin kaderi Çin'in elindeki işleme kapasitesine bağımlı hale gelmiş durumda.
Türkiye açısından tablo daha da kritik bir boyuta sahip. Çünkü biz sadece "kullanıcı" değil, aynı zamanda kaynağın sahibi olan ülkeyiz. Eskişehir-Beylikova havzası, dünya literatüründe dahi dikkat çeken ölçekte bir rezerv barındırıyor. Fakat bu rezerv, ham madde olarak kalıp dışarıya gönderildiğinde kazanan Türkiye değil; işleyen ülkeler oluyor. Yani toprağın altındaki servet, toprağın üstünde bir değere dönüşemediği sürece gerçek anlamda bize ait sayılmıyor.
Son günlerde Türk siyasetinin de gündemine giren bu "nadir element" meselesi aslında yalnızca bir maden politikası değildir; Türkiye'nin gelecek kuşaklara devredeceği stratejik gücün kaderidir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in sözleri de bu bağlamda okunmalıdır:
"Dünyada beşinci en büyük rezerv Türkiye'de, Eskişehir'de. Erdoğan, Trump'a ham cevher vermeyi taahhüt ediyor. Eğer bunu verirsek, altın yumurtlayan tavuğu veririz; geleceği veririz."
Bu cümleler parti rekabeti düzleminde değil, egemenlik tartışması düzleminde değerlendirildiğinde anlam kazanıyor.

10