Öfke görmezden gelindikçe aşırı uçlar güçleniyor.
Almanya'da geçtiğimiz pazar günü yapılan Kuzey Ren-Vestfalya yerel seçimleri, sadece bu eyaletin değil, bütün ülkenin siyasi nabzını tutmamıza imkân sağladı. Sandıktan çıkan tablo dikkat çekiciydi:
• CDU %33,3 (–1,0)
• SPD %22,1 (–2,2)
• Yeşiller (Grüne) %13,5 (–6,5)
• FDP %3,7 (–1,9)
• AfD %14,5 (+9,4)
• Sol Parti (Linke) %5,6 (+1,8)
• Diğerleri %7,3 (+0,2)
CDU seçimden birinci parti olarak çıksa da, asıl yükselişi yaşayan AfD oldu. Yaklaşık %9,5'lik bir artışla oylarını üçe katladı. SPD ve Yeşiller ise büyük kayıplar yaşadı.
Eyalet Başbakanı Hendrik Wüst'ün seçim sonrası yaptığı açıklama önemliydi:
"Bu öfkeyi ciddiye almak zorundayız."
Aslında mesele tam da burada düğümleniyor.
AfD'nin yükselişini sadece bir "protesto oyu" olarak görmek kolaycılık olur. Toplumun geniş kesimlerinde biriken huzursuzluğun, korkuların ve beklentilerin siyasi sisteme yansımış halidir bu sonuç. İnsanlar kendilerini dinlenmemiş, sorunları dikkate alınmamış ve gelecek endişeleriyle baş başa bırakılmış hissediyor. Almanya gibi demokrasi tecrübesi köklü bir ülkede dahi, halkın bir kısmı "bizi temsil eden yok" duygusuyla aşırı uçlara yöneliyorsa, bu başlı başına üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir tablodur.
SPD'nin kaybı, yalnızca bir parti meselesi değildir; sosyal adalet ve halkın refahı üzerine kurulu politikaların yeniden sorgulanması gerektiğinin işaretidir. Uzun yıllar işçi sınıfının temsilcisi olarak görülen bir partinin bugün bu kadar oy kaybetmesi, alt tabakanın kaygılarını eskisi kadar sahiplenemediğini gösteriyor.
Yeşillerin ağır hezimeti ise ayrı bir mesajdır: Çevre politikaları elbette önemlidir, ancak halkın günlük hayatını doğrudan etkileyen meselelerle birleşmediğinde karşılık bulmuyor. Enerji fiyatlarının yükselmesi, kira krizinin derinleşmesi ve göç politikalarının yerel yaşamla bağdaştırılamaması, halkın gündelik kaygılarının soyut çevre tartışmalarının önüne geçtiğini gösteriyor.
CDU'nun nispeten güçlü çıkışı istikrar arayışına işaret ediyor. İnsanlar belirsizlik dönemlerinde "güven veren" adreslere yöneliyor. Ancak CDU'nun gücünü koruması, AfD'nin yükselişi karşısında rahatlama sebebi değil; aksine, toplumun giderek daha fazla kesiminin sertleşen siyaset diline yöneldiğini gösteriyor.
Burada sorulması gereken temel soru şu: AfD'nin yükselişi gerçekten geçici bir öfke patlaması mı, yoksa siyasetin ihmallerinin bir sonucu olarak kalıcı bir dönüşüm mü Eğer bu sadece tepki oylarıysa, demokratik partiler doğru politikalarla toplumu yeniden kazanabilir. Ama eğer kalıcı bir dönüşümün habercisiyse, Almanya siyaseti çok daha büyük bir kırılma ile karşı karşıya demektir.
Demokrasinin görevi, öfkeyi bastırmak değil, anlamaktır. Öfke görmezden gelindiğinde aşırı uçlara kayar; ama ciddiye alınıp çözümler üretildiğinde toplumsal yenilenmeye kapı aralar. İşte tam da bu nedenle, Hendrik Wüst'ün "öfkeyi ciddiye almalıyız" sözü bir temenni değil, siyasi bir sorumluluk olarak görülmeli.