Almanya'da CDU Genel Başkanı ve Federal Başbakanı Friedrich Merz'in "şehir görüntüsünde hâlâ bu problem var" sözleri günlerdir tartışma konusu. Söz, yalnızca bir cümle değil; toplumun göçmenlere dair nasıl konumlandırıldığını gösteren zihniyetin özeti niteliğinde. Çünkü sorun güvenlik değil, görüntü üzerinden kurulan bir algıdır.
Bu tartışma üzerine Almanya'da bir Alman gazetesine düşüncelerimi ifade eden bir yazı yazdım. Şimdi ise orada dile getirdiğim görüşleri daha geniş çerçevede ele alarak Milli Gazete okuyucuları ile paylaşmak istiyorum. Zira bu mesele sadece Almanya'nın iç siyaseti değildir; Almanya'da göçmenlik tartışmasının güvenlikten değil önyargıdan beslendiğini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Bugün Almanya'da göçmenler, şehir hayatının görünmeyen omurgasıdır. Sabahın ilk ışıklarından gecenin son saatlerine kadar çalışan temizlik işçisinden market kasiyerine, otobüs ve taksi şoföründen, sanayide üretimi ayakta tutan işçilere kadar büyük şehirlerin yükünü taşıyanların önemli bir kısmı göçmenlerdir. Yani "şehir görüntüsünün vitrininde" suçlanan değil, "şehir görüntüsünün arkasında" yükü çeken emek vardır.
Ne var ki siyasi atmosfer gerildiği anda bu insanlar, katkı sağlayan bir toplumsal unsur olmaktan çıkarılıp "estetik bir rahatsızlık" gibi gösterilmektedir. Oysa bir insanı tehlikeli yapan kökeni değil; davranışıdır. Güvenlik dediğimiz şey kimlik kartıyla değil, ahlak ile ilişkilidir.
Tren istasyonlarında veya şehir merkezlerinde huzursuzluk oluşturan davranışlara bakıldığında bunun tek kaynağının göçmenler olmadığı açıkça görülmektedir. Uzun yıllardır Almanya'da yaşayan ve sık sık trenle seyahat eden biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki: Rahatsız edici durumlarla yalnızca göçmenler nedeniyle değil, en az onlar kadar Alman çoğu zaman da alkollü genç erkekler nedeniyle de karşılaşıyoruz. Ancak siyasi tartışmalar çoğu zaman sanki tüm sorunların kaynağı sadece göçmenlermiş gibi yürütülüyor. Böylece sorunun asli sebebi değil, yalnızca dış görünüşü merkeze alınmış oluyor.
Bir toplumda davranış yerine kimlik sorgulanmaya başlamışsa, orada artık adalet değil önyargı hüküm sürer. Kimlikleri görünür, katkıları görünmez hâle getirmek; şehir hayatını daha güvenli değil, daha kırılgan kılar. Çünkü dışlayıcı dil önce bakışları değiştirir, sonra mesafeyi, en sonunda da toplumsal düzeni…

24