Ekonomi Algıyla mı Yönetiliyor

Mehmet Şimşek göreve ilk geldiğinde "rasyonel politikalara geçileceğini" ilan etmişti. Ardından faizleri sert bir şekilde %50'ye kadar yükseltti. Yetmedi, art arda gelen dolaylı vergiler ekonominin adeta nefesini kesti. Evet, Merkez Bankası'nın kasası dolmuştu ama bu tablo kalıcı bir iyileşme değil, geçici bir rahatlamaydı.

Türkiye'nin kasası özellikle sıcak parayla, yani tabiri caizse Japon ev hanımlarının carry trade ile getirdiği parayla doldu. Tam her şey yolunda gidiyor derken, İmamoğlu'nun gözaltına alınıp tutuklanması borsada sert bir şok dalgası yarattı. Kasadaki döviz eridi, piyasa sarsıldı. Buna rağmen Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi, bu gelişmeyi "şoka dayanıklılık" diye sundu. Nasıl dayanıklıysa, dolar bir gecede 39 liradan 42 liraya fırladı.

Bugün yeniden "ekonomi düze çıkıyor" söylemi gündemde. Gerekçe ise yabancı ilgisinin artması. Ancak burada temel bir sorun var: Türkiye'ye sağlıklı bir döviz girişi yok. Yabancı sermaye yatırımı yok. İhracatımız azalırken ithalatımız artıyor. Çünkü Türk lirası aşırı değerli tutuluyor. Bu politika yüzünden, bir Vestel buzdolabı almak yerine yabancıların ürettiği benzer ürünü %20-30 daha ucuza bulabiliyorsunuz.

Sonuç İhracat düşüyor, iç tüketim daralıyor ama ithalat yükseliyor. İşte Vestel'in açıkladığı 12 milyar liralık zarar bunun en somut örneği. Türk ekonomisinin geldiği noktayı özetleyen bir tablo. Tıpkı 1980'lerde olduğu gibi bugün de dengeler bozulmuş durumda. O gün "70 sente muhtaç" deniyordu, bugün ise daha da kötüsündeyiz. Ama algıyla her şey yolunda gösteriliyor.

Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın yaptığı enflasyon sunumu da bunun tipik bir örneği. Adeta tavşan şapkadan çıkarır gibi rakamlarla oynandı. Daha da ilginci, Karahan'ın şu sözleriydi: "Tahvile beklediğimiz yabancı gelmedi, yabancı borsaya ilgi gösterdi." Oysa hiçbir yabancı yatırımcı önce borsaya girmez. Önce tahvile, sonra doğrudan yatırıma gelir. Borsaya ise ancak şirketler gerçekten kazanmaya başladığında girer.