Vitrindeki çürüme
REFİK TUZCUOĞLU
Bir zamanlar köprü altlarında titreyen, tiner koklayan, hayatın sillesini yemiş çocuklar gündem olurdu. Onlara kızmaktan ziyade acırdık. "Toplumun kanayan yarası" diye merhamet duygularımız kabarırdı. "Bu körpe yavrular bataktan nasıl kurtarılabilir" diye dertlenirdik.
Bugün manzara çok değişti. Boyut mu sıçradı desek, yoksa şekil mi değiştirdi Artık karşımızda hayatın sillesini yemiş garipler değil; hazzın zirvesinde, paranın ve şöhretin azgınlaştırdığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Şimdilerde "krema tabakasında" kendini gösteren sosyologların "alçak/düşük kültür" diye tabir ettiği unsurlar çok da yeni sayılmaz. Hani ünlü ses sanatçısının sahneye "iki fırt çekmeden çıkmadığı" sözü öyle ulu orta, normal bir şeymiş gibi konuşulur oldu.
Bilinen o eski müptela profili artık tarih oldu. Karşımızda; lüks villalarda, gözden ırak tatil beldelerinde, şömine başlarında puro içer gibi zehir tüketen; uyuşturucuyu bir "statü ve eğlence" aracı olarak gören guruplar var. Ve maalesef, gençlerimizin önüne "rol model" olarak çıkanlar da işte bunlar.
Rol Modellerin İhaneti
Muhtelif yayın kuşaklarında milyonlara hitap eden, neşesiyle evlere konuk olan sunucuların, dizilerde ilgiyle izlenen oyuncuların; gece karanlığında uyuşturucu trafiğine karıştığı bir dünyadayız. Maalesef bu olaylar sadece adli bir vakanın ötesinde toplumsal bir çürümeyi gösteriyor.
Psikologlar buna "manevi boşluk" diyor. Hedeflerine ulaşmış, paraya doymuş ama ruhu aç kalmış insanların, o boşluğu zehirle doldurma çabası... Ancak sorun şu ki; onları izleyen milyonlarca genç de karanlığa çekiliyor. Bir genç, hayran olduğu bir oyuncunun veya sanatçının bu halini görünce, zehri "normalleştirmeye" başlıyor.
Osmanlı'dan Günümüze
Tarihin rehberliğinde arşivlere baktığımızda, Osmanlı'nın bu meseleyi sadece bir sağlık sorunu olarak değerlendirmediğini, aynı zamanda bir "asayiş ve ahlak" meselesi olarak ele aldığını görüyoruz. Afyonkeşlerin, esrarkeşlerin sadece kendilerine değil, toplumsal nizama zarar verdiği gerekçesiyle "ta'zir" cezalarına çarptırıldığı kayıtlıdır.
Bugün de devletin uyuşturucu ile yaptığı mücadele, bu tarihi refleksin devamı niteliğinde. "Ünlüdür, şöhrettir" diye toleranslı yaklaşılacak olunursa toplumsal çürümenin önüne geçilemez. Suçun imtiyazı olursa, orada adalet ölür. Adaletin öldüğü yerde ise medeniyetin inkişafı mümkün değildir. Ancak meseleyi sadece idari/adli boyutuyla ele almak eksik bir değerlendirme olur.
Değer Üretemeyen Toplum
İşin en vahim boyutu ise "değer" kaybıdır. Ahlak, bir toplumun ruhudur. Ruhu hastalanan bir bünye sağlıklı sanat, sağlıklı fikir, sağlıklı mimari üretebilir mi
Akademik çalışmaların da işaret ettiği gibi;

18