Türkiye'siz olmuyor
Refik Tuzcuoğlu
Bazen tek bir gelişme, uluslararası ilişkilerde bir paradigmanın nasıl sessizce değiştiğini haber verir. Almanya'nın direncinin kırılması ve İngiltere'nin Eurofighter Typhoon savaş uçağı anlaşmasını imzalaması, tam da böyle bir dönüm noktası.
Bu alımı, sadece milli muharip uçağımız KAAN envantere girene kadar bir ara çözüm olarak görmek eksik olur. Atılan imzalar, savunma sanayii iş birliğinde uzun yıllar sürecek bir stratejik yolculuğun ilk adımı.
Almanya'nın başını çektiği Avrupa ülkeleri, yıllardır Türkiye'ye dostça yaklaşmadı. Batı'nın zihinsel kodlarında Türkiye karşıtlığını bilmiyor değiliz. Türkiye'nin "ne onması ne ölmesi" işlerine gelmiyor. Türkiye için biçilen rol, Batı'nın sınırlarını çizdiği kadar, Batı'yı rahatsız etmeyecek oranda bir kalkınma modeli…
Batı'nın büyük patronu ABD, S-400 bahanesiyle Türkiye'yi F-35 programından çıkarmıştı. Sonra CAATSA yaptırımlarını sürdürdü ve F-16 modernizasyonu taleplerini sürüncemede bıraktı.
Batı'nın bu genel tutumu, Türkiye'yi kendi göbeğini kesmeye, savunma sanayiinde %80'leri aşan yerlilik oranına ulaşmaya ve İHA/SİHA teknolojilerinde küresel bir güç olmaya mecbur bıraktı. Hani bir bakıma iyi de oldu. Hatta milli teknolojiyi geliştirmeye mecbur bıraktıkları için teşekkür bile etmeliyiz.
Tam da bu noktada, "dün ambargo uygulayanlar, bugün neden kapımızı çalıyor" sorusu anlamlı. Mevzu Türkiye olduğunda çöpünü dahi vermeyen Avrupa'daki bu paradigma değişikliği, Avrupa'nın içine düştüğü "güvenlik çıkmazı" ile bağlantılı.
Avrupa, yıllardır ABD'nin güvenlik şemsiyesi altında yaşamaya alışmıştı. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı ve Donald Trump'ın "Önce Amerika" politikası yanında NATO'ya yönelik dengesiz tutumları Avrupa'yı tedirgin etti. Rusya karşısında yalnız kalma ihtimali, Berlin'den Paris'e tüm başkentlerde bir panik havası estirdi. Trump, Avrupalı liderleri küresel aktör olarak görmediği gibi tepsiye dizili bardaklar gibi karşısına oturtup fırça çekiyor.
Avrupa, kendi güvenliğini artık ABD'ye emanet edemeyeceğini anladı. İşte bu noktada, NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip, savunma sanayii kapasitesi kanıtlanmış, "esnek üretim ve maliyet etkin partner olma potansiyelini taşıyan" Türkiye gerçeğiyle yüzleştiler.
Avrupa'nın yakınlaşması, Türkiye'nin aynı zamanda birden fazla "vazgeçilmez avantajı"nı ustalıkla yönetmesinden kaynaklanıyor.
Öncelikle Türkiye, İsrail dışında dünyadaki tüm karşıt taraflarla konuşabilen bir ülke. Avrupa krizlerin içinde boğulurken, Türkiye "istikrar sağlayıcı" bir aktör rolüyle öne çıktı. Ukrayna-Rusya savaşında her iki tarafla da konuşarak tahıl koridoru ve esir takası gibi somut başarılar elde eden tek güvenilir arabulucu oldu. Somali'den Libya'ya, Orta Doğu'dan Balkanlar'a kadar geniş bir coğrafyada barış ve diplomasinin adresi haline geldi.
Türk Devletler Teşkilatı ile Anadolu'dan Orta Asya'ya uzanan bir etkiye sahip. Kültürel ve ekonomik faaliyetlerin yanında ortak askeri tatbikatlar, bu teşkilatın gelecekteki potansiyeli hakkında fikir veriyor.
Türkiye'nin elindeki en stratejik kartlardan biri de "nadir toprak elementleri". Geleceğin tüm teknolojisi bu elementlere bağımlı ve bu pazarın %90'ı Çin'in tekelinde. ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının temelinde yatan bu bağımlılık, Eskişehir'de keşfedilen 694 milyon tonluk dev rezervle kırılma potansiyeli taşıyor. Batı için mesaj net: Geleceğin anahtarı artık Ankara'da ve bu elementler için Türkiye ile anlaşmak bir seçenek değil, bir mecburiyet.

16