Sokağın Freni Patlamadan

Sokağın Freni Patlamadan

Refik Tuzcuoğlu

Kamera kaydını izlerken adeta kanım dondu. Freni bozulmuş bir bisikletle istinat duvarından metrelerce aşağıdaki beton zemine çakılan sadece 11 yaşındaki Yiğit Cem Altınok'un küçücük bedeni değildi. Onu uçuruma doğru süren akranlarının vicdan enkazıydı aslında. Hiçbir şey yapmadan olan biteni izleyen arkadaşları ise frenleri patlamakta olan bir vicdani çöküşün en acımasız fotoğrafını sergilediler.

Kadıköy'de bir hiç uğruna toprağa düşen Ahmet Minguzzi'nin annesinin Meclis koridorlarında yankılanan adalet çığlığı…

Konya'da arkadaşlarının evini ellerinde bıçakla basan kız çocukları…

Okul koridorlarında arkadaşını tek darbeyle komaya sokan 14 yaşındaki bir başka genç…

Sokakta kız arkadaşını acımasızca saçından sürükleyen, durmaksızın darp eden bir genç kız ve bu vahşeti gördüğü halde engellemeye çalışmayan diğer arkadaşları…

Artık kendimizi kandırmayalım. Bunlar "münferit vaka" değil. Bu, görmezden geldiğimiz, "çocuktur yapar" diye küçümsediğimiz bir zorbalık salgınının en acı meyveleridir. Manşetlerden bize boş gözlerle bakan bu çocuklar nasıl bir duygu ikliminde yetişti Suça eğilimli bu gençler ne ara bu kadar çoğaldı

Cevabı sadece polis raporlarında mı aramalıyız Yoksa eğitim sistemimizde gözden kaçan bir şey mi var Ekonomik koşullar mı, gelir dağılımı mı Peki ya gençleri ekranlara kilitlediğimiz dizi ve film senaryoları neyi hedefliyor Gençlerin önüne allanıp pullanıp rol model olarak sunulanlar kimler Acaba hukuk sistemimizin suç-ceza dengesinde mi bir sorun var Belki de hepsi birden.

Gençlerin zihinlerini bilgiyle donatmaya, bedenlerini gıdayla ayakta tutmaya odaklanırken; ruhlarını ve kalplerini nasıl da ihmal ettiğimiz ortada. Bu ihmal, 'kalp gıdasızlığı' dediğimiz asıl meseleyi doğuruyor. Bilgiyi verecek okullar inşa ettik ama vicdan inşasında sınıfta kaldık. Allah'ın, yarattığı her şeyin esasına sevgiyi koyduğunu unutan bir nesil, haliyle "yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevme" duygusunu da aşılayamadı. Yaratılış gayesinden ve hayatın anlamından habersiz bu gençler, içlerindeki o derin boşluğu anlık hevesler, sahte güç gösterileri ve şiddetle doldurmaya çalışıyor.

Bu trajedinin köklerini arıyorsak, ilk durağımız okulların o masum gibi görünen koridorları.

Her şey, okul idaresinin "aralarında hallederler" dediği o zehirli tutumla başlıyor. Akran zorbalığı diye adlandırdığımız durum, akademisyenlerin tanımıyla, kasıtlı, sistematik ve güç dengesizliğine dayalı bir şiddet eylemidir. Bir uzman psikoloğun ifadesiyle, bu aslında bir feryat: "Görülmeme, fark edilmeme ve kahredici değersizlik acısının davranışa dönüşmüş hâli" zorbalık olarak tezahür ediyor.

Ve unutuyoruz ki, aile ilk mekteptir. Çocuğun şahsiyetinin temellerinin atıldığı ve karakterinin mayalandığı ilk kutsal ocak. O mektep, huzurla, sevgiyle, helal lokmayla, maneviyatla değil de ihmal ve şiddetle işlemeye başladığında, çocuk fıtratından uzaklaşmaya başlıyor. Bu zehirli atölye, iki tür "arızalı ürün" çıkarıyor: Biri, ruhu lime lime edilmiş, korunma ve aidiyet arayan bir mağdur. Diğeri ise şiddetin bir güç aracı olduğunu öğrenen ve hiçbir bedel ödemediği için bunu bir hayat tarzı hâline getiren zorba.

İşte ailenin sevgi ve ahlakla mayalayamadığı, okulun koruyamadığı, toplumsal müesseselerin saramadığı bu yaralı ruhlar, sokağın acımasız pazarında anında alıcı buluyor. Pusulasını kaybetmiş genci avlamak için pusuda bekleyen avcılar var. İlk durak, yanlış akran seçimi. Unutmayalım, arkadaş insanın aynası. O ayna karanlığı yansıtıyorsa, çocuğun dünyası da kararmaya başlıyor. TÜİK'in alarm veren rakamları bu karanlık hasadın boyutunu ortaya koyuyor: Suça sürüklenen çocuk sayısı bir yılda %13 artış göstermiş. Sokak çeteleri ve yeni nesil mafya, bu çocuklara okulda ve evde bulamadıkları her şeyi vaat ediyor: Sahte bir aidiyet, güç, korunma ve lüks yaşam hayalleriyle kolay para.