Siyasetin 'lan' dili
REFİK TUZCUOĞLU
Karadenizli bir dostum birkaç gün önce aradı: "Abi, tekneyle açıldım, rast geldiğim balıklarla bir muhabbetimiz oldu.
Sen Ankara'dasın, balıkların mesajını Özgür Özel'e iletebilir misin" "Yahu," dedim, "gurup vakti mizah pek gitmiyor, derdin ne" "Abi," dedi, "balıkların rahatı pek yerindeymiş, keyifleri beyde paşada yokmuş.
'Aman Özgür Baba bizi dert etmesin, rahatımızı bozmasınlar, başka ihsan istemeyiz' dediler. Bir iletiversen abi."
Türk insanının, siyasi gelişmeleri ince bir mizahla nasıl yorumladığını biliriz.
Oysaki vatandaşın siyaset adamlarından beklentisi gayet açıktır: Kendi göremediklerini gören, düşünemediklerini düşünen ve milletin önüne yeni hedefler koyan vizyoner bir yaklaşım.
Foreign Affairs dergisi, Şangay İşbirliği Örgütü'nün dünya için yeni bir düzen talep ettiğini geniş bir analizle gündem yapmışken...
ABD'nin "haraç düzeni"nin dünyaya maliyeti artarken, AB ve ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği) gibi birlikler yeni yol haritaları ararken...
Çin Devlet Başkanı, "Dünya Beşten Büyüktür" tezini hatırlatan ifadelerle ABD'siz yeni bir sistem arayışını ilan ederken, bizde ana muhalefet liderinin gündemi apayrı.
Mesela İsrail'in Gazze planlarının tüm bölgede yeni bir dönem başlattığını, bir asırlık gelişmelerin temelini attığını görmemek mümkün mü
Daha Esed'in devrilmesine saatler kalmışken bile olayların akışını okuyamayıp, çantasını toplayan bir diktatörle derhal görüşülmesini salık vermişti. Hasılı kelam, ana muhalefet siyaseti Türkiye'nin kaderini belirleyecek gelişmelerin çok uzağında bir manzara arz ediyor. Nitekim CHP'li Mehmet Sevigen'in de ekranlarda dile getirdiği gibi, parti 'vizyon ortaya koyma kısırlığını' bir türlü aşamıyor.
Bir ülkenin ana muhalefeti, en az iktidar kadar önemlidir. Zira "İnsanlar, yöneticilerinin yolu-gidişatı üzeredir." İbn Haldun, devleti bir organizmaya, yöneticiyi ise o organizmanın kalbine veya beynine benzetir. Kalbin fesada uğraması ise, yöneticinin basiretsizliği, idrak noksanlığı ve erdemden mahrumiyetidir.
Bu çerçeveden bakıldığında, her türlü yöneticilik bir bilgelik icap ettirir. İnsanı, toplumu, ülkenin değerlerini ve dünyanın gidişatını okuyacak; ona göre yön verecek bir bilgelik... Muhalefetin vazifesi ise iktidarın istikametini bu bilgelikle denetlemektir. Ancak bilgelik bir yana, maalesef bizde kavga ve sığ bir karşıtlık, siyasetin hâkim rengi haline geldi.
Bu karşıtlığın en pespaye hali, siyaset dilinin iflasında kendini gösteriyor. Devletin zirvesine, milletin oyuyla seçilmiş bir makama karşı "lan" diye hitap etme cüreti, argümanın bittiği, siyaset ahlakının terk edildiği yerdir. Bu, siyasetin devlet adamlığı kürsüsünden inip sokak ağzının çukuruna düştüğünün vesikasıdır.
Söylemdeki bu çürüme, elbette kurumsal bir çöküşle at başı gider. Antidemokratik delege oyunları ve kaos nedeniyle kendi teşkilatlarına kayyım atanması konuşulurken, memlekete nizam ve adalet vaat etmek ne kadar inandırıcı olabilir.
İbn Haldun bu tür bir kurumsal çürümeyi, bir topluluğu bir arada tutan o kurucu ruhun (asabiyet) kaybına bağlar. Türkiye'nin kurucu ruhu Anadolu'nun değerleridir. O değerlerden koptuğunuzda geriye sadece çıplak bir koltuk kavgası kalır. CHP'nin tek parti ve darbe dönemleri dışında bir türlü iktidar olamamasının ardında yatan sebeplerden biri Anadolu'nun manevi değerleriyle arasına koyduğu mesafedir.