Şiddet sarmalı
REFİK TUZCUOĞLU
Dünya, üzeri açık bir tımarhaneye; sokaklarımız ise kuralsız bir arenaya dönüşüyor. Şiddet, artık sadece savaş meydanlarında değil; okul koridorlarında, trafik ışıklarında ve en acısı evlerin salonlarında kol geziyor.
Sabah uyanıyoruz, Avustralya'dan bir haber: Bir plajda, iki kişi, insanların üzerine kurşun yağdırıyor. "Nasıl olur" diyorsunuz. Meseleye daha derinden baktığınızda, Gazze'deki katliamların intikamını almak istedikleri düşünülen bir baba-oğulun münferit eylemi karşınıza çıkıyor.
Peki neden
"Küresel adalet" mekanizmasının çöktüğüne inandıklarından mı Ya da Gazze'de yüz binlerce masum Filistinli dünyanın gözü önünde katledilirken, uluslararası hukukun çaresizliği mi.. Acaba küresel sistem Gazze katliamlarına fırsat vermeseydi yine de böyle bir eylem olur muydu Belki de olmazdı... Her ne olursa olsun şiddeti tasvip etmek mümkün değil. Ancak sebeplerini anlamak, insanlığın huzuru ve geleceği için önemli.
Küresel vicdan o kadar yaralı ki; bazı ülkelerin İsrail'in yaptığı katliamlar nedeniyle Eurovision gibi organizasyonları boykot etmesi, aslında bıçağın kemiğe dayandığının diplomatik yollardan ilanıydı. Ne yazık ki küresel adalet tesis edilemediğinde, dünyanın dört bir yanında bireylerin radikalleşmesine ve şiddetin kontrolsüz bir şekilde sokağa taşmasına zemin hazırlanmış oluyor. Küresel ölçekte adalet terazisi şaşınca, bunun sarsıntıları her coğrafyada hissediliyor. Ancak içerideki manzara da farklı değil.
Sokaklarımız neden barut fıçısı gibi
Trafikte yol verme tartışması neden levyeli kavgalara, hatta cinayetlere dönüşüyor
Elbette bu öfke patlamalarını tek bir nedene indirgemek mümkün değil. Toplumsal gerginlik, tahammülsüzlük, eğitim eksikliği veya ekonomik stres... Hepsinin bu yangında payı var. Ancak suçluyu en çok cesaretlendiren bir başka gerçekle yüzleşmek zorundayız.
Cevap, hukuk sistemindeki "cezasızlık algısı" ve "adaletin gecikmesi"nde mi gizli Vatandaş, hakkını hukuk yoluyla alamayacağını düşündüğünde, kendi adaletini kendi sağlamaya mı kalkıyor Halk arasında bugünkü halimizi özetleyen meşhur bir tekerleme var:
"Hakkı'nın Hakkı'da hakkı varmış, Hakkı Hakkı'dan hakkını istemiş, Hakkı Hakkı'ya hakkını vermeyince, Hakkı Hakkı'nın hakkından gelmiş."
İşte mesele budur. Hukuk sistemi "Hakkı"ya hakkını zamanında teslim etmezse, o da gider "Hakkı'nın hakkından" kaba kuvvetle gelmeye kalkar. Trafikteki maganda da, okulda arkadaşını döven zorba da bu "orman kanunu"na güveniyor. Daha sonra da şiddet bireysel olmaktan çıkıp örgütlü çetelere dönüşüyor. Bu çeteler reşit olmayan çocukları bile haraç, tehdit, suikast gibi eylemlerde kullanıyor.
Anlam Boşluğu ve Otomatikleşen İnsan
Tüm bu savrulmaların temelinde ise devasa bir maneviyat krizi ve "anlam boşluğu" yatıyor.
Bir toplumda değerlerin sarsılması ya da yıpranması o toplumun fertlerini sağlıklı bir gelişmeden yoksun bırakıyor. Ne için, hangi amaçla yaşadığını bilemeyen ve bulamayan kişilerde derin bir

20