İsrail'in truva atı

İsrail'in truva atı

REFİK TUZCUOĞLU

Suriye sahasında barut kokusunun iyiden iyiye hissedildiği, belki de "dananın kuyruğunun kopacağı" o sıcak saatlere doğru yaklaşıyoruz.

Sahadan gelen haberlere göre Türkiye, Suriye'deki kritik hatlara askeri sevkiyatı en üst seviyeye çıkardı. Eş zamanlı olarak, yeni Suriye Ordusu da Halep ve Deyrizor hattına devasa bir yığınak yapıyor.

Peki, namluların çevrildiği bu final noktasına nasıl geldik

Filmi biraz geriye saralım.

Esed rejiminin devrildiği o tarihi günün üzerinden tam bir yıl geçti. Esed, Şam'dan kaçmak zorunda kaldığında geride yıkılmış şehirler ve milyonlarca insanını mülteci vermiş bir ülke bıraktı. Baba-oğul Esed ailesinin, Nusayriliği ideolojik bir tahakküm aracına dönüştürdüğü iktidar dönemlerinde Sünni kesimler ağır katliamlara maruz kalmış, bu şiddet sarmalı karşı bir radikalizmi de tetiklemişti.

İşte bu noktada herkesin endişesi şuydu: Sahneye çıkan isim eski HTŞ lideri Colani, yeni adıyla Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet El Şara idi. Normal şartlarda, örgüt refleksleriyle yetişmiş bir figürden beklenen; rövanşist davranması, radikal kodlara sarılması ve karşıt gördüğü her kesim için ülkeyi yaşanmaz hale getirmesiydi. Bu, yeni bir kaos olurdu.

Ancak geride kalan bir yıla baktığımızda, herkesi şaşırtan bir tabloyla karşılaştık.

Örgüt Liderliğinden Devlet Adamlığına

El Şara, beklenen "örgüt lideri" reflekslerini bir kenara bırakıp, şaşırtıcı bir "devlet adamı" profili çizdi. Yıkmak yerine onarmayı, dışlamak yerine "Suriye kimliği" altında bütünleşmeyi önceledi. Komşularıyla diyalog ve iş birliğini önceleyen, etnik ve mezhepsel fay hatlarını kaşıyan değil, sükûnete davet eden bir performans sergiledi. Kendi adıma, bir örgüt liderinden böyle bir performans beklemediğimi itiraf etmeliyim.

Colani'den El Şara'ya dönüşmek; Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunan bu yeni irade olarak, emperyalizmin "böl-yönet" planlarına karşı en büyük direnç noktası oldu.

Kaos Planı

Birilerine göre, El Şara Nusayrilere katliamlar yapmalı, Dürzileri ezmeliydi. El Şara rövanşist davranarak bu kesimlere yönelik katliamlara soyunsaydı, bölgeyi karıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürecekti. Esed rejiminin Sünni katliamlarına ses çıkartmayan bazı ideolojik kesimlerin, bugün "Sünni diktatör" suçlamalarını da ibretle görmek lazım.

Sonuç olarak Suriye'yi yeniden istikrarsızlaştırmak isteyenler boş durmuyor. Bir yanda sahil şeridinde eski rejimin kalıntıları üzerinden Nusayri kartını oynayanlar, güneyde Dürzileri kışkırtanlar ve en kritik noktada, Fırat'ın kuzeydoğusunda "ayrılıkçı" ajandasıyla direnen YPG/SDG...

İşte tam bu noktada, SDG'nin "entegrasyonu" meselesi, sadece bir iç güvenlik sorunu olmaktan çıkıp, Suriye'nin ve dolaylı olarak Türkiye'nin beka sorunu haline geliyor.

SDG: İsrail'in Truva Atı

Şam yönetimi, "Gelin ordumuza katılın, tek bayrak altında birleşelim" derken; SDG'nin "özerklik" inadı ve zaman kazanma taktikleri, onların Suriye halkını değil, başka bir "üst aklı" temsil ettiğini gösteriyor. O üst aklın kim olduğunu, örgüt elebaşlarının İsrail medyasına verdiği "bizi kullanın" mesajlarından anlıyoruz.

Bölgesel hesaplar çok büyük. SDG için özerklik kotarılırsa, ikinci safhada Kuzey Irak'taki oluşumlar ile entegrasyon süreci yapılandırılacak. İlk sırada ortak eğitim ve kültür politikaları gibi konular, ağababalarının sufleleriyle sahneye konulacak. O da bir başka fasıl.