Gazze'de buruk zafer
REFİK TUZCUOĞLU
Ve silahlar sustu. İsrail'in askeri birliklerinin Gazze'den çekilme görüntüleri, haftalardır enkaz altından yükselen feryatların yerini, kırılgan bir sükûnete bıraktı. Gazzeli gazeteci Salih el Caferavi'nin gözyaşları içindeki şükrü, hislerimize tercüman oldu: "Savaş durdu, çok şükür. Eskisinden daha iyisini inşa ederiz."
Gazze'de sağlanan barış, buruk bir sevinç. Sağlanan sükûnetin bedeli çok ağır. Ardında 70 bine yakın şehit, 25 bini çocuk, on binlerce yetim ve dul bırakan korkunç bir soykırım bilançosu... Enkazların altından çıkacak şehitlerin sayısı ise henüz bilinmiyor. Bu sayının toplamda bir milyona ulaşacağını iddia edenler var.
Askeri ve teknolojik olarak ezici bir üstünlüğe, arkasındaki koşulsuz Batı desteğine rağmen İsrail, bu savaşı kaybetti. Bu, askeri bir mağlubiyetten öte, ahlaki bir çöküş. İsrail'in vampir yüzünü tüm dünya gördü. Gazze'de ayakta duran tek bir ev kalmadı ama küresel ölçekte de Filistin hassasiyetinin girmediği tek bir vicdan kalmadı. İsrail, kendi itibarını ve ahlaki meşruiyetini Gazze'nin enkazı altına kendi elleriyle gömdü. Soykırım mağduru mazlum millet imajı yerle yeksan oldu; yerini, tarihin en vahşi katliamını yapan soykırımcı Siyonist devlet imajına bıraktı.
Bu zafer, her şeyden önce o enkazın altından dimdik ayağa kalkan Gazze halkının zaferidir. Bu sevinç, dünyanın dört bir yanında "Özgür Filistin" diye haykıran küresel vicdanın hak ettiği bir sevinçtir.
Siyonist kuşatmanın kırılarak diplomatik bir zafere dönüşmesi kolay olmadı. Haftalardır veto kartını sallayanlar mı, yoksa masaya hem aklı hem de vicdanı koyanlar mı barış anlaşmasının kapısını araladı Cevabı, en net haliyle, İsrail'in kendi derinliklerinden geldi. Mossad'ın Terörle Mücadele Birimi'nin eski başkanı Oded Eilam, tarihi bir itirafta bulundu: "Hamas, Washington'dan çok Ankara'ya teslim oldu." Bu cümle, tek başına, bölgedeki güç dengelerini yeniden tanımlayan bir anlama sahiptir. Eilam, analizini bir adım öteye taşıyarak son noktayı koydu: "Türkiye artık sadece geçici bir arabulucu değil, ana bir oyuncu ve yeni düzenin mimarlarından."
Bu mimarlık, zehirli bir siyasi iklimde, ince bir diplomasi ile icra edildi. Bu başarının arkasında çok katmanlı bir strateji yatıyor. Bu, ABD Başkanı Trump'ı "dönüştüren", onu İsrail'i destekleyen pozisyondan barışı arayan bir aktöre evrilten bir diplomasiydi. Bu diplomasi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm süreci bizzat yönettiği, ABD'de Trump ve bölge liderleriyle yaptığı toplantılarda şekillendi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan süreci başından itibaren çok sıkı takip etti. Diğer yanda ise MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Hamas ile yürüttüğü, en kritik anlarda masanın devrilmesini önleyen mahir müzakereciliğini de not etmek lazım. Bu mekanizma sayesinde Ankara, hem Hamas'ın hem de ABD'nin güvendiği tek merkez haline geldi.
Türkiye'nin artan rolü, küresel ölçekte tescil ediliyor. Bizzat ABD Başkanı Donald Trump, "Cumhurbaşkanı Erdoğan, süreçte bizzat rol aldı. Mükemmel bir iş çıkardı" diyerek Ankara'nın hakkını teslim etti. Hamas lideri Halil el-Hayye, teşekkür konuşmasında Türkiye'yi en başa koyarak bu rolü onayladı. Ama en anlamlı teşekkür, şüphesiz, Gazze sokaklarındaki o isimsiz adamın sesinden yükseldi: