AHLAK EROZYONU
Refik Tuzcuoğlu
Market raflarında hemen her gün değiştirilen etiket fiyatlarını, piyasalarda görülen pahalılığı tablolarla izah etmek yeterli olur mu
Üç liralık malı talep arttı diye on üç liraya satan fırsatçı, malı depoda saklayıp kıtlık algısı yaratan stokçu...
Fahiş kira artışları yapan mülk sahibi, mülk sahibine hak ettiği kirayı ödemeyen kiracı...
Sosyal medyada feryat figan, "İstediğim açıklıkta giyerim, özgürlüğüme karışamazsınız, siz benim p.poma bakmayın" diyen genç kız...
Metroda ayakta yolculuk yapan çarşaflı kadına, "Çarşafın bana değmesin" diye hakaretler savuran bir başka kadın...
Şehrin meydanında "haracını vermedi" diye rızkının peşinde olan esnafın dükkânını kurşun yağmuruna tutan serseri...
Fakirliği bir başarısızlık olarak gören kapitalist ahlaka ram olmuş, Allah'ın bir kuluna dokuz pulu, dokuz kuluna bir pulu reva gören zihniyetteki tacir...
Hocasına her türlü saygısızlığı hak bilen öğrenci, öğrenciye bir harf öğretmenin kudsiyetini kaybetmiş hoca...
Liyakat ve kifayetli atamayı ıskalayan yönetici...
Apartmandaki diğer sakinleri çıkardığı gürültülerle taciz eden, balkona sadece altındaki iç çamaşırıyla çıkmaktan ar etmeyen komşu...
Sizce tüm bunların arka planında yatan gerçek sebep ne
Bu birbirinden dağınık görünen ahlaki hezeyanların arkasında, aslında tek ve derin bir kopuş yatıyor: İnsanın vicdan pusulasından, yani fıtratından uzaklaşması. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etme kabiliyeti ile arasına ördüğü kalın duvarlar...
Peki, bu pusula nasıl kırıldı Bu toprağın insanı, kendi özüne nasıl bu kadar yabancılaştı
Bana göre bu ahlaki çöküş, iki koldan gelen bir taarruzun sonucu. Birinci kol; reklamlarla, dizilerle ve sosyal medyanın parıltılı dünyasıyla zihinlerimize pompalanan tüketim odaklı kültürdür. Mutluluğun "vicdan rahatlığında" değil, "daha fazla şeye sahip olmakta" olduğunu fısıldayan bu kültür; kanaatkârlığın yerine israfı, helal kazancın yerine vurgunculuğu, mahremiyetin yerine ise teşhirciliği "modern değerler" olarak pazarladı.
İkinci ve daha derin olan kol ise, nesillerimizi kendi medeniyet kodlarına ve irfanına yabancılaştıran "köksüzleştirme" projesidir. Kendi değerlerini "çağdışı" bulan, kendi geçmişinden utanan, hocasına saygıyı "eziklik", edebi ise "baskı" olarak gören zihinler inşa edildi.
Kendi ruh köklerinden koparılan bir toplumun ayakta kalması mümkün değil. "Ben, başka değil, sadece iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim" buyuran Hz. Peygamber medeniyetimizin ilham kaynağıydı.
İşte kaybettiğimiz şey budur. Bütün hayatı kuşatması gereken "güzel ahlak" idealini kaybedince, geriye sadece çıkar çatışmaları, nefsani arzular ve bitmek bilmeyen bir kaos kaldı. İnşaatın demirinden çalan müteahhit de, kutsal aile birliğini hiçe sayan eş de, sınav sorusunu çalan öğrenci de, bu büyük mefkûrenin yokluğunda kendi küçük ve gayrimeşru krallıklarını ilan ettiler. 'BEN'in keyfiliği 'BİZ'in saadetinin önüne geçti.