Suriye Devlet Başkanı Ahmet El Şara'nın Washington /Beyaz Saray ziyaretinin yankıları sürüyor. Ziyaret ve ziyaretin somut çıktılarının yanında yarattığı ileriye dönük beklenti Suriye Devriminin gerçek bir jeopolitik kırılma anı olduğunu bir kez daha bize kanıtladı. Sadece Esat rejimi, İran ve Rusya ile bağları nedeniyle değil, Suriye'nin on yıllardır sürenin "direniş ekseninin" bir parçası olma kimliği değişmiş, dönüşmüş görünüyor. En azından ABD liderliğinin gözünde durum böyle. Bu, Suriye'yi ABD'nin Ortadoğu'da kurmak istediği düzenin bir parçası haline getiriyor. Çünkü ABD'nin Ortadoğu'da kurmayı arzu ettiği düzen bu bölgede rakiplerin girişini ve manevra alanını kısıtlayacak, bölgede olan ve olabilecek direnişin de hayat sahasını mümkün olduğunca kurutacak bir düzen kisvesinde.
YENİ DÜZEN MÜZAKERELERİ
Söylemek yapmaktan daha kolay zira aslında 2023 sonrası İsrail'in başta Lübnan üzerinden gerçekleştirdiği saldırganlıkla ya da Rusya ve İran'ın alanını kısıtlayan Suriye devrimi gibi dönüşümlerle ABD, istediği düzene yaklaşmış gibi görünse de hala bu yeni düzeni kurabilmiş değil. Düzen fikri zor kullanarak ya da sağduyu ile kurulduktan/empoze edildikten sonra sürdürülebilir olmak zorunda. Düzenin parçası olan tüm aktörlerin bir şekilde statükocu güce dönüşmesi zorunluluğunu içeriyor bu. Sözde değil özde statükocu olmak, bazı aktörlerin- örneğin BAE- sürdürmüş olduğu iddialı politikaya uygun bile değil. Düzenin ilkeleri konusunda minimum bir oydaşma kadar düzenin korunmasının saldırganlık üzerinden devşirilecek kardan daha önemsenmesi gerekiyor ayrıca. Bu noktada ABD, hala ideal düzen tablosuna sahip değil. Revizyonist aktörler olan İran ve İsrail, ayrıca direniş ekseninin parçaları, ayrıca Ortadoğu'da varlık gösteren ve hani bana hani bana diyen ayrılıkçı ve radikal unsurlar ayrı ayrı müzakere masasında ne alıp ne vereceklerine bakıyorlar. Bu unsurlar tam anlamıyla tatmin olmadıkları takdirde zaten kaotik itiş kakışa, çatışma ortamına geri dönme opsiyonunu ellerinde tuttuklarını iddia ediyorlar. Çatışmaya geri dönüş bir "opsiyon" olmasına rağmen, pek çok aktör için bir tür "kamikaze opsiyonu" da. Yani aktörler çatışmadan fayda sağlamaktan ziyade çatışma üzerinden kendileriyle beraber başkalarını da yakabileceklerini söyleyip duruyorlar. Bunca çabadan sonra kayıplar arasında seçim için kapışmak çok kolay değil, o nedenle aktörler- kimi ABD tarafından mahcup edilmiş, kimi çatışma içinde belirli sınırlara erişmiş, kimi statükocu aktörler tarafından zorlanmış- müzakere masasında oturuyorlar. Ama sanki altlarında çivi var, kıpır kıpırlar.
Bu arada mesele sadece revizyonist-radikal-ayrılıkçı-direniş cephesinden aktörlerin yeni bir düzen altında ehlileşmesi değil. ABD statükocuları da düzenin sağlayacağı olası kazançlar konusunda ikna etmeli. Düzenin istikrarı bir ayağıyla Gazze'nin göreceli istikrarına dayandığından, bu çatışmadan doğrudan etkilenen Ürdün gibi, Mısır gibi nispeten zayıf aktörleri ikna etmek daha kolay olabilir ama ABD; Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi iddialı ama yeni düzenin ortaya çıkmasını savunageldikleri bölgesel normların ön planda olmasını, hareket alanı serbestliği vb beklentileri olan aktörlerin pazarlıkları yukarıdan açacağını tahmin ediyor. Baktığınızda hala bitmemiş pek çok çatışmanın, kuvvet kullanma tehdidinin ve kapanmamış dosyanın gölgesinde yürüyen, aynı anda hem iç-içe geçen ve hem de paralel giden bu müzakereler Washington için hiç de kolay değil. Şara'nın ziyareti ve bu ziyaretin yarattığı atmosfer (Suriye'nin ve Şara yönetiminin meşruiyet kazanması) bize Washington'un Suriye düzleminde bir ilerleme umduğunu, bu ilerlemenin de hem Gazze düğümünde elini kolaylaştırmasını beklediğini, hem de tüm bu müzakerelerde Washington'un gözündeki en önemli sorun için yani İsrail-Türkiye uyuşmazlığı için (ki bu sorun Gazze'deki düğümün çözülüp çözülmeyeceği sorusunun cevabı için de önemli) bir ışık yakmasını arzu ettiğini gösteriyor.
FİDAN'IN ABD'DE OLMASININ ANLAMI
Şara'nın ziyaretinin Fidan'ın Beyaz Saray ziyareti ile üst-üste binmesi bize Washington'un Suriye'deki ilerlemeyi Türkiye ile koordinasyona bağladığını gösterdi. SDG'nin Suriye Devriminde bir rolü yoktu zaten. ABD/İsrail korumasında olmasalardı Ankara, Rusya, İran- birileri tarafından- ezilip giderlerdi zaten. Ancak varlıkları ve devrimci güçler arasında organik bir bağ yok. Bu yüzden Şara ve ekibi Beyaz Saray'da ağırlanır (ağırlanmaları için gerekli yasal düzenlemeler yapılır), Trump; Şara'nın ne kadar cesur olduğunu kameralar önünde söylerken SDG kadrolarına ABD vizesinin verilmediğini Mazlum Abdi'nin sızlanmalarından öğreniyoruz. Nitekim, Sayın Fidan'ın ve Suriyeli yetkililerin Beyaz Saray'daki ziyaret ve görüşmelerinden sonra yaptıkları açıklamalar 10 Mart Mutabakatının uygulanması, SDG'nin merkezi kuvvetlere entegrasyonunun Suriye'nin toprak bütünlüğü ve merkezi otoritesi çerçevesinde konuşulduğunu gösteriyor. ABD, Ortadoğu'daki düzenin bir parçası olarak gördüğü Suriye'nin bölünmüş, ya da gevşek bir şekilde entegre olmuş bir Suriye olması fikrinden uzaklaşmış görünüyor. Aslında Ortadoğu'nun parça pinçik bölünmüş olması elbette bir ABD projesidir. Ancak, Barrack'ın da defalarca altını çizdiği üzere bölünme, güçsüzleştirme, zayıf devletler, güçlü (ama bazı zayıflıkları da olan tabi) İsrail hayali Soğuk Savaşın bitiminden bugüne Ortadoğu'da ABD'nin istediği sonuçları yaratmadı. Suriye özelinde küçük bir revizyon, başta Türkiye, sonra bazı Arap ülkelerini, ikna edecek ise ABD açısından büyük bir problem yaratmaz. Hele ki yeni Şam rejimi DAEŞ karşıtı koalisyona eklemlenerek ABD açısından işbirliği yapılabilir bir aktör olduğunu göstermişken (zaten hemen NY Times'da Şara kuvvetleri ile ABD arasındaki teröre karşı işbirliğinin çok öncelerden başladığı haberleri yer aldı. Bir zamanlar İdlib'i ve oradaki her kuvveti "cihatçı" olarak damgalayanların da hayatın gerçeklerinden bihaber yaşadıkları görüldü) bu revizyonu yapıp Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklemekten dem vurmanın önü ABD için açıldı.
SDG'NİN YOLU GİDEREK DARALIYOR
Bu şu demek değil: ABD, SDG ile olan tüm ulus-ötesi bağlarını kesecek. Washington'un zihninde olan Suriye'nin DAEŞ ile mücadele edip edememesi olmasa gerek. Tabi ki Suriye'nin bu koalisyona katılması bir yönden sembolik, diğer yönden Suriye merkezi ordusunun ve güvenlik güçlerinin DAEŞ ve terör örgütleri ile mücadele etme kapasitesine sahip olduğu çıkarımına dayanıyor. Bu çıkarımın arkasında ABD için Türkiye'nin Suriye'ye sağlayacağı destek var. Ankara her zaman Türkiye aracılığıyla DAEŞ ile mücadelenin mümkün olduğunu söylemişti. ABD açısından SDG kadrolarına örtülü destek, onları var-tutma arzusu Washington'un Şam üzerinde pazarlık gücünü elinde tutma isteğinden kaynaklanıyor. Bu kadrolar, ABD için ulaşılabilir, konuşulabilir, manipüle edilebilir, zorlanabilir, kandırılabilir kadrolar olarak değerini koruyor. Ama SDG kadroları için bu başka bir yolculuk demek, bu yolculuğun koşullarını okuyamazlarsa farklı siyasi risklerle karşı karşıya kalırlar, okurlarsa bugünkü SDG'den bahsetmemiz artık anlamsızlaşır. Şara yönetimi SDG entegrasyonunu sağlayarak bu yolculuğun önünü açmak, sonrasında da SDG kadrolarının aptalca ya da akıllıca stratejilerine karşı fırsatı kollamayı bekliyor. Eğer oyun böyle kurulursa Ankara ayrıca, dosta-düşmana Terörsüz Türkiye sürecinin Suriye'yi de kapsadığını ve bu işin bittiğini gösterecek. Bütün bu tabloda esas kritik nokta İsrail. Zaten o nedenle Fidan, Suriye'nin kuzeyindeki meseleyi güneyinden ayırmadı ve Şam, DAEŞ karşıtı koalisyona girmesine rağmen İsrail ile anlaşma yapmadı.

17