Yıl başına iki-üç gün kala Kızıl Deniz ve Aden Körfezi arasındaki en kritik noktanın iki yanı karışmış durumda. Suudi Arabistan, Güney Yemen'deki ayrılıkçı mevzilenmenin (Güney Geçiş Konseyi- STC) Aralık başında gösterdiği ilerlemeden çok rahatsız olduğunu belirten bir uyarı yayınladı. Bu uyarıyla beraber Riyad BAE'nin desteğinde olduğu düşünülen STC'nin elit birimlerine karşı iki hava saldırısı düzenleyerek, deyim yerindeyse bir tür kırmızı çizgi çizmiş oldu. Öte yandan 1991'de Somali'den ayrıldığını ilan ettiğinden beri tanınma mücadelesi veren Somaliland vuslata İsrail aracılığıyla erişti. İsrail, tanınmayı İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde alınmış bir karar olarak açıkladı. Uluslararası toplum ve bölge ülkeleri çok büyük oranda bu tanınmanın Ortadoğu ve Afrika Boynuzunda istikrarsızlık yaratacağını söyleyerek reddettiler ve Somali'nin toprak bütünlüğü ile egemenliğini desteklediklerini açıkladılar. Bu reddediş çağrıları arasında İbrahim Anlaşması imzacıları olmadığı dikkat çekiyor. Dolayısıyla İsrail'in bu adımının "dur şöyle bir deneme yapayım" mantığı ile atılmadığını, son dönemde etkili olan "bölgesel kutuplaşmaya geri dönüyoruz" havası ile ilgili olduğunun herkes farkında.
KUTUPLAŞMA EKSENLERİ GERİ DÖNÜYOR: GERÇEK Mİ, ALGI MI, SINAMA MI
Bu havanın bir ayağı Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi sınırlıyoruz söylemine sarılmış Yunanistan, GKRY, İsrail yakınlaşmasıydı. Diğer ayağı Suriye'de İsrail ve Türkiye'nin gerçek bir stratejik mücadele içerisinde kafa kafaya gelmiş olmaları ve üçüncü ayak Körfez içerisinde hala iç mücadele hatlarının (özellikle Riyad, Doha ve Abu Dabi arasında) yeniden görünür hale gelmesi. Mücadele geri dönerken Sudan, Somali ve Yemen'deki gelişmeler bölünmeyi işaret ediyor, hatta bu ilk bölünme dalgasından sonra ikinci-üçüncü bölünme dalgalarını bekleyenler var; buna göre Suriye, Lübnan ve Libya topun ağzında. Libya Genel Kurmay Başkanı ve beraberindeki heyetin bir uçak kazasında hayatını kaybettiğini biliyoruz, kaza veya değil, Libya adına birleştirici bir figür artık resmin bir parçası değil. İsrail, SDG'yi cesaretlendiriyor, bazı Dürzi grupları silahlandırıyor ve Lübnan'da belirli yerlere saldırı düzenlemeye devam ediyor. Bazı uzmanlar BAE ve İsrail'in desteklediği bir "ayrılıkçılar ekseninden" bahseden yazılar kaleme almışlardı hatırlanacaktır; sonuçta bölgesel mücadelenin geri dönüşü ile beraber bu ayrılıkçı eksenler birbirlerini güçlendirecek, birbirlerine cesaret verecek şekilde ortaya döküldü. Aynı uzmanlara göre istikrarsızlığı cesaretlendirmek konusunda çok başarılı ama sonuç alma noktasında -mücadelenin doğası ve karşı dengelemeler dolayısıyla- tam başarı sağlamayan İsrail ve BAE'nin şu anda Afrika Boynuzu-Yemen hattında yaptığı deneme bu iki ülkenin iş birliğinin sınırlarını ve yapabileceklerini gösterecek yeni bir sınama. Bu sınama sadece sahada bir sınama değil, melez, asimetrik, psikolojik unsurlar içeren kapsamlı bir sınama ile karşı karşıyayız. ABD'nin Beyaz Saray'da mazharına layık görülmüş aktörlerin, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan'ın bölgesel vizyonlarının hedef alınarak, "mücadele uzun ve zorlu olacak, sadece Beyaz Saray'ın kalbini kazanmak yetmez" mesajının verilmesi için özel çaba gösterilmesinin sebebi bu.
İsrail, İran sonrası bölgede şununla, bununla kafa kafaya geldim algısı üzerinden davul zurna çalarak bazı gruplaşmaları sahaya sürüyor. O kadar çok gürültü çıkartıyor ki, amaçlarından birinin bu gürültü üzerinden oluşabilecek bazı olası bölgesel iş birlikleri ve koalisyonları baştan engellemek olduğunu anlıyoruz. Bu koalisyon hatları içerisinde en kritiği Türkiye-Körfez hattı içerisinde oluşacak koalisyon. Eğer böyle bir koalisyon oluşursa Türkiye-Katar vizyonunun içine kapalı bir proje olmadığı, tüm bölgenin dinlemesi için yeterli sebep olduğu da ortaya çıkar. Bu iş birliklerinde Körfez'in neden cazip olduğunu hepimiz biliyoruz: Körfez demek para ve networkler demek. Türkiye'nin de neden cazip olduğunu biliyoruz: konvansiyonel güç ve stratejik derinlik. Tel Aviv, kafa kafaya geldim algısı yaratmak istemesine rağmen -ki bu noktada tek gerçek karşı karşıya mücadele edilen saha Suriye'dir- kimsenin kimseyle konvansiyonel anlamda kafa kafaya geldiği yok. Bu tür bir mücadelenin maliyeti çok fazla olduğu, Türkiye'den daha çok kaybedecek şeyler olduğu için de Ankara'nın stratejik derinliği hedef alınıyor. Sonuç olarak derinlik dediğimiz şey bir eylem alanı olduğu kadar bir algı alanı. Orta Asya'da, Kafkasya'da, Doğu Akdeniz'de, Afrika Boynuzu'nda birilerinin yanağı sıkılıyor. Türkiye, bölgelerdeki yatırımlarından çıkartılıp atılamıyor ama stratejik derinliği İsrail ile anlaşılamadığı için daralmış algısı Batı'ya ve iç kamuoyuna veriliyor. Zaten Katar ve Suudi Arabistan saldırıya uğramış, vartayı zor atlatan aktörler; İsrail onlar için bu kadar komplike strateji üretmiyor bile. Körfez içerisinde BAE ve Bahreyn üzerinden sahip olduğu etki alanı Körfez'e yeterince "birlik değilsiniz" mesajı veriyor.
MÜCADELE KAÇINILMAZ OLABİLİR: ÜÇ SEBEP
Bu arada tüm bu algılar bazı siyasi gerçeklerin üzerine oturuyor da: Körfez bir ve birlik değil ve Türkiye'de kamuoyunun bir kısmı hala Avrupa/Batı hattına bakıyor; ne kadar savaşla-ikiyüzlülükle sınanırsa sınansın Avrupa/Batı hattı üzerinden kazanç elde etme Doğu Akdeniz-Afrika Boynuzu mücadelelerine gark olmaktan daha karlı geliyor. Bu arada karlılık-karsızlık kısmının tartışılabileceğini kabul ediyorum. Ben Türkiye'nin gerçek kazançlarının Afrika üzerinden olabileceğini düşünenlerden biriyim yine de kısa dönemde Kuzey Afrika ve Afrika Boynuzu mücadele ve maliyet işaret ediyor, kazançtan çok yatırım yapma üzerinden işler gidiyor- bu yüzden kafaların karışması normal. Fakat mücadeleden kaçınmanın şu an için mümkün olmadığını da görüyorum. Bunun temelde üç nedeni var: 1)- İsrail, İran'ın oyundan düşmesi sonrasında tarihi bir fırsat yakaladığını düşünüyor. Bölgeyi mini-minnacık devletler üzerinden dizayn etmek ve tüm rakiplerine, tüm bölgesel düzen arzusu ile yananlara hadlerini bildirmek için tarihsel, bir daha yakalanmayacak bir fırsat olasılığı Tel Aviv'i huzursuz, sağ duyusuz bir aktör haline getirdi. Bu işi bitirmek ve tüm meydan okumalardan kurtulmak istiyor. Unutmamak lazım, İran konusunda bu inat işe yaramış görünüyor. 2)- İsrail yönetimi bu fırsat hayalini İsrail toplumuna sattı. Genelde -biraz da kibarlık olsun diye- devlet ve toplumu İsrail söz konusu olduğunda ayırarak konuşuyoruz ama şu anda bu ayrım İsrail nezdinde çok manalı bir ayrım değil. Dolayısıyla İsrail toplumu çok maliyet ödediğini, ödeyeceğini, e bu kadar maliyet ödüyorsa en azından başarılmalı kafasında. Başarıdan kasıt, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Afrika Boynuzu hattının yeniden dizayn edilmesi. Kayıplarının telafisi ve gerçek kazanç için bunu savaşılabilir bir amaç olarak görüyorlar. 3)- ABD, İran meselesini hallettiğini, Rusya meselesini ve Çin meselesini bu bölgede hallettiğini düşünüyor. Bunları yaparken İsrail'in tam kaybetmesine izin vermedi. Arada Barrack'ın millet sistemine atıfları İsrail'in bölünmüş Ortadoğu hayaline uyabilir bile. Bugün ABD müttefikleri arasındaki bu itiş kakışa müdahale olmama gibi bir tavır benimsemiş durumda. Kim, kimi döverse dövsün, engellerse engellesin benim düzenim altında bu kavga dövüş olduğu sürece, ben sonuca -kimin kazandığına- bakarım tadında bir pozisyon benimsemiş halde. Bana sorarsanız kimsenin kazanmasını da istemiyor. Tüm müttefikler kendi aralarındaki dövüşte yumruk yiyip, biraz sakatlansalar, biraz daha ABD'nin şefkatine, ilgisine muhtaç hale gelseler hatta- ne iyi olur.

16