Bu köşenin istikrarlı takipçileri bilirler, her sene sonunda o seneyi bir renk ile özdeşleştirdiğimiz bir sene sonu değerlendirme yazısı kaleme alırız. Geçtiğimiz dönemde bej, gri, kırmızı-siyah karışımı gün batışı rengi gibi son derece iç karartıcı, sıkıcı renklerle tasvir ettiğimiz yıllar geldi-geçti. 2025 küresel gidişat düşünüldüğünde kesinlikle sıkıcı bir sene değildi, ama ümitli olduğumuz, uluslararası topluma güven duyduğumuz bir yıl da değildi. Bu sene kesinlikle "neon" renkli bir yıldı. Geleneksel olanın yorulduğu ama değişimin huzur vermediği bir sene. Bana kalsa, neon rengin üzerine bir de kurukafa yerleştiririm. Zira bu sene dünyaya krizin sürdürülebilirliğini vaat etti. Farklı boyutlarda krizlerle sınandık, sınanıyoruz ama şanslı isek ölmedik yaşıyoruz. Bizi öldürmeyen krizlerin süregideceğine, fillerin "tango yapıyoruz" bahanesi altıda tepişip duracağını anladığımız bir yıl oldu.
TRUMP GÖREVE GELİYOR…
Yılın en sembolik olayı Trump'ın yemin töreni ile görevi devralmasıydı. Yemin töreni, ABD iç düzeni ve stratejisi için bambaşka bir yönetim anlayışı ile karşı karşıya kaldığımızı bize gösteriyordu. Trump, ABD toplumunu dönüştürme vaadi (bir tür öze dönüş çerçevesinde) ile iktidara gelmişti. Yemin töreni, neredeyse kitsch bir estetikle bu dönüşümün büyük sermayenin uyum göstereceği bir büyüme atılımı olduğunu bize gösterdi. Amerikan büyük sermayesi sadece Beyaz Saray'a yakın olmak üzerinden motive olmadı, Beyaz Saray ABD teknolojisinin "Frankenstein'ın canavarı" tarzı deneylerine açık olduğu ve üretimine yeni bir rol biçtiği için de motive oldu. Ayrıca motive olmayıp ne yapacaktı: Halk, Trump popülizmini ve işçi sınıfı/ emek üzerinden büyüme vaadini satın almıştı. ABD açısından sınıfsal bir iç savaştan bahsetmemiz mümkün olmadığına göre tekno-sermaye, Beyaz Saray/Trump üzerinden emek ile aynı hat üzerinden hizalanma şansını değerlendirecekti. Bu hizalanmanın ilk adımları yemin töreninde başladı ve geçtiğimiz hafta Trump yönetiminin ilan ettiği yeni Güvenlik Strateji Belgesi ile fevkaladenin fevki bir noktaya ulaştı. Tabi Ocak 2025'den Aralık 2025'e hizada bazı anlık kaymalar gerçekleşti. ABD'nin yeni yönetiminin alameti farikası gibi görünen iki uygulama DODGE (federal kurumlardan verimliliği artırma adına işten çıkartmalar ve program sonlandırmalarının yaşanması) ve ICE (yetkililerin sokakta, markette göçmene benzeyen herkesi yaka paça bilinmezliğe sürüklemesi, bir nevi yeni nesil insan avı), Cumhuriyetçi Partinin yerel seçimlerde Demokratlara karşı ciddi bir yenilgi almasına neden oldu. DODGE'un babası sayılabilecek Elon Musk, Beyaz Saray'daki pozisyonunu kaybetti filan. Trump'ın onaylanma oranları da kamuoyu araştırmalarında düşmüş görünüyor, ama fark etmez; Trump Yönetimi hala çok güçlü ve dönüşümcü bir büyüme modeli sunuyor. Bu model ABD içi toplumsal kuvvetler kadar başarılı ve akılcı bir dış politika vaadine dayanıyor.
ABD REVİZYONİST BİR GÜÇ OLDUĞUNU KABUL ETTİ
Trump'ın yemin töreni ABD'nin topraklarını genişletme vaadi içeren bir konuşmanın yapıldığı istisnai bir törendi. Böylece ABD, pek çoklarının korktuğu gibi revizyonist bir güç olabileceği sinyalini verdi. Danimarka'nın yaklaşık bir ay önce ABD'ni ulusal tehdit olarak nitelendirmesinin temel nedeni de ilk hedefin Grönland olarak seçildiği algısıydı. Grönland'ın haritadaki yerine bakarsak ve sonraki hedeflerle (Kanada, Meksika Körfezi, Porto Riko, Venezüella vb) birleştirirsek, Trump Yönetiminin aklında başından itibaren Batı Yarımküre'de hakimiyet ve kontrolün canlandırılması olduğunu anlarız. Zaten nihayet 2025 NSS, Amerika Ulusal Güvenlik Stratejisinde, ABD, bu bölgeyi kendisi için en önemli, en öncelikli bölge olarak gördüğünü ifade etti. Ancak, ABD'nin revizyonizminin alıştığımız jeopolitik bir revizyonizmden çok sistemsel bir revizyonizm içerdiğini de belirtmemiz gerek. ABD, liberal küresel sistemi desteklemekten vazgeçmiş görünüyor. Bu, ticaret aracılığıyla kürenin her yerine ulaşma ayrıcalığından ya da seyrüsefer serbestliği ve güvenliği gibi ilkelerden vazgeçtiği anlamına gelmiyor ama ABD, küresel liberal düzenin kurallarından merkantalizm 2.0 gibi görebileceğimiz bir yere kayıyor. Washington, uluslararası toplumun ABD egemen uygulamalarını örgütler ve uluslararası hukuk aracılığıyla kısıtlayamayacağını söylüyor. Amerikan yurtseverliği ve milliyetçiliği yüceltiliyor. Bu, ciddi bir dönüşüm ve arkasında ABD'nin kabiliyetleri ve üstlendiği maliyetle ilgili ciddi bir hesap var. Yani mesele sadece ABD tek taraflılığına dönüş değil. Bu açıdan Washington, Doğu-Batı ekseninde sahada alan kapatma (ki NSS'e göre kendini savunacak kabiliyetteki müttefikler ve dostlar eliyle de gerçekleşecek bölgesel güçler dengesi düzenleri üzerinden neredeyse otomatik olarak ortaya çıkacak) yapabileceğini hesaplıyor, Batı Yarımküreyi diğerlerine kapatıyor ve kürede güçler dengesini amaçladığını yani hakimiyete, ABD hakimiyeti dahil karşı çıktığını söylüyor. ABD tarafından Amerika'nın tek taraflı uygulamaları ile hakimiyet istenci arasındaki bağ böylece ortadan kaldırıldığına göre ABD'nin dışındakilerin "çok kutupluluk" söylemi üzerinden nasıl bir araya geleceği bir muamma, zira NSS'in kendisi sinsice ve fırsatçı bir şekilde çok kutupluluğa göz kırpıyor.
ULUSLARARASI TOPLUM TÜM KIRILGANLIĞINA RAĞMEN DİŞİNİ GÖSTERİYOR
Fakat ABD'nin uluslararası toplumun – toplumun bir araya gelip, motive olduğu anlarda- sınırlandırmalarından kurtulması da çok kolay değil. Eylül ayında gerçekleşen BM Genel Kurulu, sadece İsrail'in Gazze'deki soykırımcı politikalarını değil, ABD'nin İsrail'e verdiği koşulsuz desteği de eleştiren bir platforma dönüştü. Yakın tarihte ABD'nin bölgedeki müttefiklerinden Katar, İsrail tarafından vurulduğundan Washington sadece uluslararası toplumun değil, bölgesel toplumun da eleştirilerinin hedefi oldu. Ve bu süreç Trump Yönetimini Gazze'de bir yeni anlaşma arayışına itti. Hatta bu arayış ABD ve İsrail hiç istemese de sahada değilse bile BM sürecinde ya da müzakereler içinde Filistin Devleti ile bağlantılı hale geldi. Barış süreci olarak adlandırılan sürecin aşamalarının önü hala belirsiz, ABD çok önemsemiyor gibi görünse de Hizbullah ve Hamas'ın silahsızlanması sağlanamadı. Bu yüzden İsrail, ateşkese rağmen Hamas ve Lübnan'da Hizbullah'a karşı saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Fırsatını bulursa Suriye'nin güneyinde de saldırılar düzenliyor. Bölgesel toplum, Ağustos-Eylül aylarında olduğu kadar güçlü bir sesle olmasa da İsrail saldırganlığının bölge için en istikrarsızlaştırıcı şey olduğunu söylüyor. ABD, bu problem kendi problemi değilmiş, bölge, bir şekilde bir yerlerde rayına oturacakmış gibi davranıyor. Nasılsa bölgede kapasite sahibi çok bölgesel güç var, bunlar ABD'nin dostu, diğer büyük güçler uzakta ve İran köşeye sıkışmış durumda. Washington'a göre ufak itiş kakışlar olabilir ama bölge aktörleri birbirlerini dengeleyerek yaşamayı öğrenecek.

16