Bugün, bu yazı yazılırken, KKTC'de başkanlık seçimleri gerçekleşiyor. Dolayısıyla sonuçları bilmeden KKTC'deki seçimlerin ne anlama gelebileceğini analiz etme zorluğu ile karşı karşıyayız. Tarihi olarak nitelendiremesek de (neden niteleyemeyeceğimizi daha sonra yazacağım) her seçim gibi bu seçim de önemli elbette. Önemli çünkü seçimler demokratik kurumların işlediğini ve halkın sesinin duyulduğunu gösterir. Bu noktada KKTC'de seçim, sonucundan bağımsız, iki devletli modeli destekleyen bir üst çerçeve çiziyor, çünkü KKTC'de bağımsız kurumların ve siyasi iradenin olduğunu gösteriyor.
Bunun dışında başkanlık makamı KKTC'de Kıbrıs Türk toplumunu temsil ediyor, zaten bu nedenle de müzakereler yürürken baş müzakereci olarak seçilmiş başkan müzakerelere katılıyordu. Kısaca Kıbrıs Türk toplumu sadece kendi devletinin başkanını değil ayrıca Ada'daki varlığının temsilcisini seçiyor. Siyasi açıdan son derece sembolik önemde bir karar. Biliyoruz ki KKTC'de siyaset, geleneksel olarak Kıbrıs sorunun ne olduğu ve nasıl çözüleceği ile ilgili bir ayrışma çerçevesinde kendi içerisinde sağ ve solu tanımlıyor. Ben KKTC'deki siyasetin artık daha geniş ve daha komplike bir çerçeveye sahip olduğunu düşünenlerdenim. Yani ekonomik, siyasi ve kültürel tercihler de büyük siyasi kararları etkiliyor.
KKTC'deki toplumsal yapı, dışarıdan değerlendirildiği ya da zaman zaman Kıbrıs toplumu içerisinde istendiği kadar donuk değil, dinamik. KKTC'de vatandaşlık hakkına sahip olanlar, çalışanlar, yaşayanlar ve yabancılar arasında değişen-dönüşen son derece dinamik ilişkiler de siyasi yönelimleri, en azından büyük tartışmaları etkiliyor. Bu tartışmalar içerisinde hangi siyasi figür nasıl tavır aldı not ediliyor. Buna rağmen başkanlık seçimleri, başkanlık ofisi ve başkanın sahip olduğu temsil pozisyonu nedeniyle Kıbrıs sorunu ile doğrudan bağlantılı görülüyor.
FEDERALİST MODELİN ALTI BOŞ
Süreç içerisinde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda iki modelin tartışmaların odağı olduğunu görüyoruz. Federalist model üzerinden çözüm, aslında çok kısa süre yaşamış, neredeyse ölü doğmuş Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dayanıyor. Bu anlamda – destekleyenleri üzeceğimi bilerek söylüyorum- bir nevi anomali. Zira neredeyse var olmamış, nostaljik ve herkesin kendine göre kurguladığı bir Ada kimliğine/hayaline dayanıyor. GKRY bu kimliğin ve hayalin altını zaten dolduramıyor. İki nedenle dolduramıyor: İlki sahadaki gerçeklik. GKRY bir mikro-devlet, yani bir küçük güçten de daha küçük bir güç. Varlığını büyük ya da orta büyüklükte ya da başka mikro devletleri kendi varoluş alanına çekerek sürdürüyor. Bir zamanlar İngiltere, Yunanistan ve Rusya vardı, GKRY'nin bazı şehirleri, bankaları, kurumları neredeyse "küçük Rusya" haline gelmişti. Sonra Yunanistan ve AB, GKRY'ne girdiler. Fransa kendi Doğu Akdeniz hayalleri doğrultusunda Ada'da İngiltere'nin yanı başına geldi. Bugün bunların yanında Amerikalılar ve İsrailliler GKRY'nde cirit atıyor. Bu güçlerin bölge politikalarının birbirine yüzde yüz uyumlu olduğunu da söyleyemeyiz. Dolayısıyla GKRY, kendisini karmaşık güç mücadelelerinin sahası haline getirmiş durumda. Avrupalılar ve ABD/İngiltere arasındaki mücadelenin bir alanı, Batılılar ve Ruslar arasındaki mücadelenin bir alanı, Araplar ve İsrailliler arasındaki mücadelenin bir alanı, Avrupalıların kendi içerisindeki, İran ve İsrail-Türkiye ve İsrail arasındaki mücadelenin bir alanı. Dolayısıyla kendi iradelerine sahip olmak bir yana bu karmaşık mücadeleden sağ salim çıkıp çıkmayacaklarını bile net söylemek mümkün değil. Her zaman kendi iradeleriyle kurmadıkları oyunun sonucunda ortaya çıkan karşı dengelemelerin muhatabı olacaklar. İstedikleri kadar kendi taraflarını silahlarla donatsınlar, dışarıdan nüfusa açsınlar, "küçük Rusya", "küçük İsrail" haline getirsinler, bu değişmeyecek. GKRY'nin Doğu Akdeniz'de aktörlüğü bir gerçek olmadığı için Federalist model, başkaları (AB ve/veya ABD) tüm statükoyu değiştiren ciddi bir öneride bulunmadıkça sürdürülebilir anlamlı bir model değil. KKTC'de Federal çözüm yanlıları bile bu durumu farkında olduğundan anketlerde Ada'daki Türkiye varlığının (asker varlığı ve güvenlik garantilerinin) sürmesi gerektiğini düşünenlerin oranı çok yükseklerde çıkıyor.
İKİ FIRSAT ANI NİYE KAÇTI
Bu noktada söz konusu model şansını iki yerde (Annan Planı fiyaskosunu saymazsak) fena halde kaybetti. İlki Obama yönetiminin ABD Doğu Akdeniz'de yeni bir düzen kursun mu diye yoklama çektiği zamandı. Doğu Akdeniz'de gaz bulunmuştu, dolayısıyla ABD elinde taraflara sunabileceği ciddi bir havuç tutuyordu. GKRY, Ada çevresindeki kaynakları Kıbrıs Türkleri ile paylaşmak ve böylece de çok arzu ettikleri Federalist modelde ilerlemek için formül bulmayı (gelirlerin bankaya yatırılıp sonra paylaşılması, ortak fon oluşturulması vb gibi) reddettiler. Obama'nın denemeleri GKRY istedi/istemedi diye çökmedi. Arap Baharı başladı, Türkiye ve Batı/İsrail farklı tercihler yaptılar ve nihayetinde Obama Yönetimi İran ile anlaşmayı o kadar önemsedi ki Doğu Akdeniz'de Suriye-Lübnan-Mısır-Libya-Kıbrıs-Türkiye hattında bir düzen kurma ihtimalini görmezden geldi. Diğer büyük şans, Federal Model için, Crans Montana (2017) görüşmeleriydi. Türkiye statükonun değişimini o kadar önemsedi ki (ya da GKRY ve Avrupalıların körlüğünü o kadar iyi okuyabiliyordu ki) çözümün önünü açtı. Üstelik masada KKTC içerisinde ve KKTC-TC ilişkileri çerçevesinde Türkiye'yi/Türkleri ötekileştiren radikal bir siyaset izleyen Akıncı vardı. Akıncı, takipçilerinin de çokça övünerek söylediği üzere, hayatını Federalist modele adamış biri. Yıllar sonra Crans Montana'da masanın GKRY (basına bilgi sızdırmaları) ve Yunanistan (görüşmelere gelmeyi kabul etmeyerek) tarafından dağıtıldığını söyleyecekti. Obama ve Crans Montana denemeleri ayrıca bize şunu gösterdi. Federal modeller bir şekilde paylaşım kararına dayanır. Zenginliği, kurumları, güvenlik ve güvensizlik algısını paylaşmaya hazır olmanız gerekir. Crans Montana Türkiye'nin değil GKRY'nin Ada'yı paylaşmaya hazır olmama halinin (kimilerine göre Kıbrıs Rum milliyetçiliği) Federal modelin ilerlemesine gerçek bir engel olduğunu gösterdi.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM TEK REEL OPSİYON
2017, Türkiye'nin donanma doktrinini ilan ettiği 2015'den iki yıl uzaklıktaydı, Mavi Vatan bugünkü kadar bilinen bir kavram değildi, 2016 başarısız darbe girişimi olmuştu. Daha Libya anlaşması yapılmamış, Suriye'de Türkiye can alıcı adımlarını henüz atmamıştı. Avrupalıların Mısır-Libya-Fas üzerinden kendi Doğu Akdeniz hayalleri gördükleri günlerden geçiyorduk. Crans Montana'daki çöküş çözümün denenen müzakere masası üzerinden bulunmayacağı algısını güçlendirdi; Akıncı'nın siyasi kariyerini (Türkiye ile ortaklığa zarar veren başka hatalarının yanında) bitirdi ve iki devletli çözüm modelinin önünü açtı. Cenevre görüşmelerinde Tatar, masaya iki devletli çözüm modelini koyduğu andan itibaren bu model, altı hamasi nutuklar dışında bugüne kadar dolmamış Federalist modelden daha fazla gerçekliğe sahip. 2020'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri- bu nedenle tarihi öneme- sahipti. Bir nevi KKTC halkının Cenevre'de masaya konulan yeni iradeyi onaylayıp onaylanmayacağı görülecekti. Sonuç, Tatar'ın Cumhurbaşkanlığı oldu. Türkiye-KKTC iradesinin oydaşması, ortaklaşması ve birlikte çalışması konusunda çok yol alındı. Bağımsız bir devlet- ki ilk irade1983'de gösterilmişti zaten- için var olan siyasi, kurumsal, teknik alt yapı güçlendirildi. Türk Devletleri Teşkilatı'nın gözlemci üyesi haline geldi KKTC. TC ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM dahil her platformda KKTC'nin tanınması gerektiğini vurguluyor. Ekonomik baskı ve izolasyonlar bugün KKTC ve Kıbrıs Türk Toplumunu zorlayan en önemli konu. Bu sene TEKNOFEST'in KKTC'de gerçekleşmesi, sanayileşme olmadan ekonomik çeşitlendirmeyi nasıl sağlayabileceğimiz konusunda yeni bir ümit verdi. Akıllı teknoloji için yazılım gibi ekonomiye yeni katılım yolları Kıbrıs Türk Toplumunun ekonomik gücünü artırabilir.