2025 ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ne diyor

İkinci Trump dönemi Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi (NSS) açıklandı ve Trump'ın sadece Beyaz Saray'da balo salonunu yenilemediği, ABD büyük stratejisini de yenilediği görüldü. Bir strateji belgesi için heyecan verici terimini kullanmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama elimizde heyecan verici derecede olgun realist bir metin var. NSS'i kaleme alanlar Trump'ın Beyaz Saray mimarisine yaptığı eklemeler gibi (Hall of Fame: Trump'ın başkan portrelerinden oluşturduğu koridor hatırlanacaktır- Biden'ın fotoğrafı yerine otomatik imza kaleminin resmi asılmıştı mesela) Trump'ın adını kalın altın harflerle NSS'in her bölümüne nakşetmişler. NSS'de olumlu olarak iki başkanın mirası zikrediliyor: Monroe ve Hamilton.

MONROE HAMILTON TRUMP…

Her iki liderin mirasını düşünürsek NSS, bir nevi Monroecu ve Hamiltoncu mirasa, öze geri dönüş. Her iki lider ABD'yi Batı Yarımkürenin tartışmasız lider gücü haline getirmiş ve eskimiş Avrupa fikirlerine karşı farklı bir Batı olarak ABD merkezi gücünü yeniden tanımlamışlardı. NSS'de Trump'ın liderliğinin ABD büyük stratejisinin belkemiği haline getirilmesi dikkate alındığında verilen mesaj açık: ABD, kendisini büyük yapan öze, gerçek güç merkezine (ABD ekonomisi/sanayileşmesi, Amerikan değerleri ve Batı Yarımküre) geri dönüyor ve bu yeniden doğuş ancak ve ancak Trump gibi ABD adına dönüşümcü bir liderin önderliğinde gerçekleşebilir. Zaten daha başlangıçta Trump'ın ABD'yi "felaketin kıyısından" çekip aldığı zikrediliyor. NSS'i yazanlar (bu arada tabi Trump'ın imzası ile ulusa ve uluslararası kamuoyuna seslenen, yani yazarı Trump olan bir belge bu) Trump'ı "barışın başkanı" olarak tanımlıyor. 2017'de de yani Trump'ın ilk döneminde de bir NSS yayınlanmıştı. Orada rekabet ve meydan okuyucuların olduğu bir atmosferde ABD üstünlüğünün tesisi ile ilgili bir arayış vardı. 2025 belgesi bu açıdan farklı bir ruha sırtını dayıyor. Meydan okuyuculardan meydan okuyucu gibi bahsedilmiyor. ABD, zaten bir tür üstünlük noktasından konuşuyor. Mevzubahsin, rakiplerden ziyade yapı/sistem olduğunu çıkarıyoruz.

ABD sistemden en çok karı sağlayacak şekilde dönüşürken, mücadele kadar hatta ondan daha fazla barış, anlaşma ve ABD'nin kendi yolunda yaşamasından bahsediyor. Zaten en önemli ulusal çıkar beka (varlığın devamı) olarak tanımlanmış, üstünlük veya kontrol/hakimiyet değil. Trump, belgede pek çok kez "yumuşak güç" kavramına atıfta bulunuyor ve önemli olanın dünyadaki pek çok aktör için ABD'nin barış, anlaşma, ticaret, pazar konusunda "ilk tercih" haline gelmesi olduğunu söylüyor. ABD, bu yeni kendisini, sistemdeki yapısal güç unsurları içerisinde (ticaret, finans, sanayi-üretim, askeri, diplomatik, inovasyon-yatırım-teknoloji vb) güçlendirecek, öne çıkartacak dönüşümü gerçekleştirirse zaten diğer aktörlerin gözünde ticaret yapılacak; mal ve silah alınacak, ittifak kurulmak için aranacak, iş adamları, askerleri, danışmanları ağırlanacak, limanları-yolları kiralatılacak, yatırım yapılacak ve yatırımı kabul edilecek ilk adres olacağını düşünüyor. Trump, küreye değil uluslararası yapıya, oyunun kurallarına yeniden hâkim olmayı istiyor. Bu noktada NSS ilan edilmeden de Trumpizmin yanında bir açıklama olarak yer bulan cümle: "ABD güç aracılığıyla caydırıcı olacak" cümlesi daha net anlaşılır hale geliyor. Kastedilen sadece ABD'nin orada burada kaba gücünü kullanması değil, ABD'nin güçlü olduğunun görülmesi ve böylesine güçlü bir aktörle herkesin çalışmak istemesi. Belgede bu yapısal güç isteği, gayet mütevazi olarak ifade ediliyor- ki böylece kimsenin rahatsız olması, meydan okuması filan gerekmeyecek. Zaten o yüzden küreselleşme ve transnasyonelizm reddediliyor. ABD eliyle rejim değişimi/dönüşümü/ demokratikleşme baskısı olmayacağı vurgulanıyor. ABD'den farklı olmaya da saygı duyulacağı, ulus-devlet ve egemenlik hassasiyetinin saygı ile karşılanacağı vurgulanıyor. Trump, bir nevi "herkesle iş yaparız" demiş. Yeter ki ABD'nin kendini, kendi ekonomik-sosyal gücünü ve kendi değerlerini koruma çabasını anlasınlar.

REALİST BİR STRATEJİ AMA SAVUNMACI MI SALDIRGAN MI

Lider ve halkın/ orta sınıfın bütünleşmesine dayalı bir tür popülizmi yansıtan bu lider güzellemesine rağmen metni okuyan bir uluslararası ilişkilerci, Mearsheimer, Gilpin ve Strange bir kitap kulübünde buluşmuş ve ABD'nin yapısal gücünü hangi maliyetsiz temellerde gelecek için parlak hale getirebiliriz diye konuşmuş gibi hissediyor. O kadar gerçekçi, o kadar "realist" bir metin. Savunmacı saldırganlığın akıllıca bir portresini çiziyor yeni NSS. Görünürde küresel düzeyde savunmacı. Bunun iki nedeni var. Öncelikle ABD'nin tüm dünyada hâkim olması gerektiğini savunan Soğuk Savaş sonrası Amerikan büyük stratejilerini reddediyor. Bu tür bir hakimiyetin sadece maliyetler düzeyinde değil, ideolojik düzeyde de reddedildiğini görüyoruz. Trump, sınırlarını koruyan egemen, korumacı, milliyetçi Amerika'nın geri dönüşünü küreselleşmenin reddi üzerine bir güzel oturtuyor. Dışarının liberal değerler ya da demokrasi gibi söylemler üzerinden Amerika'nın iç işlerine bulaşamayacağını da bildiriyor. Tüm bunlar söylenirken en büyük meydan okuma olarak- ki karşısında güç kullanılması mümkün olan meydan okuma da bu- yasadışı düzensiz göç ve göçmenler belgenin çeşitli yerlerinde zikrediliyor. Göçmenlik bir kategori ve bu kategori gerçek bir aktörlüğe sahip mi tartışılır, bu düzensiz göç için daha da geçerli. Dolayısıyla ABD'nin sınırlarımı ve kendimi korumak için gerekirse öldürürüm dediği grup üzerinden görünüşte ABD kimseyi tehdit etmiyor. İkinci neden çok daha önemli. Belgede ABD dış politikasının dayanacağı ilkeler sayılırken, güçler dengesi bir ilke olarak zikrediliyor. Sayfa 10'da Washington kendi adına hakimiyeti reddettiği gibi başka hiçbir gücün de küresel sisteme hâkim olmasına izin vermeyeceğini söylüyor. Bu caydırıcılık demek elbette. ABD caydırıcılığı en geniş manası ile okuyor, aslına bakarsanız. Bahsettiği sadece nükleer caydırıcılık değil, her an konvansiyonel düşük yoğunluklu meydan okumalara cevap verecek bir ordu. Savaşa hazır ordu, korunan sanayi temeli ve sanayinin üretici gücü Amerikan işçisi ve vatanını yeniden ölecek kadar seven Amerikalılar Hamiltoncu mirasa göz kırpıyor. Fakat caydırıcılık bunlarla sınırlı değil, NSS kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen müttefiklerden ve dost ülkelerden dem vuruyor. Bu ülkelerle teknoloji paylaşımı ve bu ülkelere silah satışının önü açık NSS'ye göre (sayfa 12). Kendini savunmayı öğrenen ve ABD ile iş birliği/ticaret yapan müttefikler, hatta tüm orta ve büyük güçler etkilerini elbette artırabilirler. ABD, bazı aktörlerin diğerlerinden daha fazla etkiye sahip olmasının doğal olduğunu kabul ediyor (sayfa 10) ama bu etkinin bölgesel hakimiyete dönüşmesine asla izin vermeyeceğini vurguluyor.

GİZLENMİŞ SALDIRGANLIK VE BATI YARIMKÜRE HAKİMİYETİ

İşin saldırganlığa göz kırpan noktası da işte buradan başlıyor. Karşımızda kendisi de dahil hiçbir aktörün küresel hakimiyetini istemediğini söyleyen ama Batı Yarımküreyi kendi kontrol alanı olarak kapatan bir güç var. Konuyu bilimsel seviyede bilenler, böyle bir güç Mearsheimer'ın "bölgesel hegemonu", "denizaşırı dengeleyicisi" değil mi diyecekler. Ayakları üzerinde duran etkili müttefikler, dostlar, orta ve büyük devletler Mearsheimer'ın stratejisinde yük alıcı (buck-catcher) olarak zikredilen aktörler pekâlâ. Bu aktörlerin en önemli özelliği ABD için yük paylaşıcı bir network işlevi görmesi. NSS, NATO üyelerinin savunma bütçesini yüzde 5'e çıkartmasından sitayişle bahsediyor. Hindistan, Japonya, Güney Kore, Körfez ülkeleri ve İsrail'in adı iki-üç kez, başka bazı ülkelerin adı bir-iki kez zikrediliyor. Türkiye'nin isminin Suriye'nin düzene kavuşması adına zikredildiğini de not edelim. Mearsheimer gayet saldırgan bir realizm anlayışı geliştirmişti. Hayır, diyor NSS, bizim realizmimiz saldırgan değil esnek (sayfa 9), çünkü Çin'le -ki belgede near-peer- yani neredeyse eşit güç olarak geçmiş (sayfa 20) bile iş ve iş birliği yapmaya hazırım diyor. Yani ABD, Çin'le bile iş birliği yapacaksa, diğer herkesle de iş birliği yapabilir demek bu. Ne olursan ol, kendine güvenecek yeteneklerin varsa gel diyor Washington. Tabi bu yolu izleyip etkisini artıranlar kadar, kendi bataklığına gömülenler de olabilir. Bu konuda Washington'un ümidi en düşük seviyede tuttuğu bölge Avrupa. Trump, adeta ilk ABD başkanlarının Kıta Avrupası'ndan duydukları hoşnutsuzluğu tekrar canlandırıyor. Yanlış anlaşılmasın ABD, Avrupa'nın kendi savunmasını üstlendiği, kendine güvendiği eski altın çağına geri dönmesini istiyor, dahası bu konuda Avrupa'ya yardım edeceğini, onun güneşi ve kılavuzu olacağını söylüyor. Ama bugünkü Avrupa işe yaramaz bir tenekeden başka bir şey değil ABD yönetiminin gözünde. Ukrayna Savaşının bitmesi gerektiği de vurgulanmış. Savaş bitmeli ki Avrupa ayakları üzerinde durabilecek iktisadi sürdürebilirliği tesis etsin. Bu arada Ukrayna-Rusya savaşı, bu arada Rusya, tamamen bir Avrupa meselesine indirgenmiş durumda.