Yarın 10 Kasım. Kafamda sayısız cümleler. Atamızın aramızdan ayrılışıyla annemin gidişi arasında sadece üç gün var, Kasım ayını hiç sevmem o yüzden.
2018'in 10 Kasım'ında, annem hastanede son günlerini yaşarken şöyle yazmışım:
"Annem uyuyor. Biz biliyoruz ki artık uyanmayacak. Gidecek. Son aylarında zihnindeki resimler de tek tek silinmişti zaten. Bildiği tüm yüzler silindi gitti. Giderek azaldı sevdiklerine dair aklındaki tüm resimler.
Bir tek Atatürk'ü hiç unutmadı.
Fotoğraflar gösteriyorduk hatırlasın diye. İşe yaramıyordu. Ama. Ata'nın fotoğrafını gösterince hemen adını söylüyordu:
'Atatürk.'
Annem herkesi unuttu. Bizi unuttu. O'nu unutmadı."
(Bu yazıyı yazdığım 10 Kasım'dan üç gün sonra annemi kaybetmiştik.)
Yıllar geçiyor, her şey değişiyor, aklımız olup bitenlere yeniliyor ama Atatürk, unutmak bir yana, hep daha çok hatırlanıyor.
★ ★ ★
Büyük liderleri genellikle yaptıkları üzerinden anlamaya çalışıyoruz. Nedenleri üzerinde durup düşünmüyoruz.
Mesela. Atatürk Dolmabahçe'deki son günlerinde çevresine neden sürekli "Beni Ankara'ya götürün, ne olacaksam orada olayım" diye ısrar etti Ankara'da kendisini güvende hissettiği için de olabilir, Ankara'yı çok sevdiği için de. Sanırım en çok, kişisel tarihindeki yeri yüzündendi. Ankaralı, daha zaferler kazanmadan O'na inanmıştı:
"Ankara'ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, yetkim, ünvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden (…) bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır."
Ne büyük ders. Merdivenleri çıkarken daha ilk basamakta sizi destekleyenleri yürekte taşımak.
Bir lider sadece gerçekleştirdikleriyle değil, kararlarını dayandırdığı ruhla beslenen uzak görüşlülükle milletine rehber olur. Dünyanın yeniden kurulduğu her yeni durumda, yeniden büyür, büyür.
Minnetle.
'Beni ilk adımla çağır'
"Zohran" adlı göçmen bir genç, dünyanın en gösterişli, en pahalı kentinde belediye başkanı seçilmeyi nasıl başardı Güncel soru bu. Yanıtı ise o kadar zor ve karmaşık değil. Çok basit. Tıpkı Zohran Mamdani'nin kampanya dili gibi.
O yanıtı, geçen hafta, bu köşede "Kime güveneceğiz" başlıklı yazımda anlatmıştım. "Zohran" üzerinden somutlayayım;
Bir, kampanyasını ön adıyla özetlemesi, kendisi olmanın iyi bir şey olmadığı düşündürülmüş, kendisi olmayı unutmuş insanlara kendileri olmanın güç ve özgüvenini verdi.
İki, "onları kurtaracak kişi" imajından uzak durdu. Zira o yol, hem "Z" hem de önceki kuşakları siyaset kurumuna güvensizliğe itiyor, sandıktan uzaklaştırıyordu. "Sizi ancak size benzer olan kurtarır" mesajına yoğunlaştı. Kimliğiyle barışık, egosuz, esprili, kasıntı değil, doğal. New York'un arka sokaklarındaki ürkek ve silik insanları gördü.

2