Rusya'nın Ruhu ve Avrasyacılık...

Mazinin şanlı zaferleri ya da hatalarla örülen tatsız neticeleri milletlerin atiye bakarken başvuracağı temel kaynaklardır. Mehmet Emin Yurdakul'un dediği gibi "Milliyetler mazilerden akıp gelen sellerdir." Bununla birlikte milletleri tahlil ederken ya da kimi kararlara yön verirken bu gerçeklerle yoğrulmanın yerindeliği tartışmasızdır. Aslında milletlerin ruhudur varoluşsal kaygıyı belirleyen Bir süredir dünya, Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı ile başlayan ve çok kutuplu bir savaşa dönüşen gelişmeleri kaygıyla izliyor. Her ne kadar Batı ve ABD'nin tutumu göz ardı edilemese de esas olarak Rusya'nın tarihsel birikimi ve Putin'in maziden aldığı tehlikeli kodlar en kritik hususlardır. İşte böyle bir bakış açısıyla okudum "Rusya'nın Ruhu" (Ötüken Neşriyat) adlı çalışmayı Kitabın yazarı Turhan Dilmaç, bu coğrafyada uzun yıllar görev yapmış olan yetkin bir diplomat. Entelektüel birikimiyle Türk diplomasisine kıymetli katkılar sağladığını yakınen biliyorum. Halen süregelen diplomatlığın verdiği sorumlulukla ciddi bir özen ve dengeyle hazırlanmış bir eser olduğunu söylemeliyim. Yazarın kişisel tespit ve iddiaları kitabın farklı mecralarına ince bir şekilde serpiştirilmiş... Kitapta Rusya'nın tarihsel emelleri, çıkarları ve bugünkü politikasına yön veren temel dinamikler seçili aktörler ve belirli bir olaylar zinciri ile aktarılıyor. 19. yüzyıla gelindiğinde Rus siyasi düşüncesinin Batılılaşma çabalarına direnç gösteren "Slavseviciler" ve Batının değerleri çerçevesinde bir modernleşmeye öykünen "Batıcılar" şeklinde bir ayrım yaşıyor. Bu ayrımda vücut bulan karşıtlık aslında tamamen "batının karşısındayız" mesajı da değil. Ne batı ne doğuda kendisine özgü bir yerde duran Rus kültürüne işaret ediliyor. Bir yönüyle de bocalıyor! Montesquieu, "Kanunların Ruhu" adlı eserinde Rusları ve hatta Türkleri Avrupalı olmayan ölçütlerde değerlendirmektedir. Yazar da eserinde Dostoyevski'nin "Ruslar Avrupa'da Tatar, Asya'da ise Avrupalı idiler" sözünü hatırlatıyor. Elbette maksadımız bir tür "egosantrizm" ya da "bizden türemişlik" iddiası değildir ancak bu coğrafyadaki gelişmeleri ve devinimi irdelerken Avrasya'nın neredeyse bir baştan diğerine Türkleştiği Türk Avrasya'sını asla unutmamak gerekiyor. Zira bugünkü Avrasyacılık idealinin hala Türk Avrasyasına bir anti tez olarak hayatta kalabildiğini söylesek abartmış olmayız. Yeri gelmişken rahmetli İbrahim Kafesoğlu'nun "Bundan 1500 yıl önce bir Alman milleti, bir Fransız ve İngiliz milleti yoktu. Bunların ilk hatıraları Türklerden çok sonradır." sözü belleğimizde yer bulmalıdır. Tesadüf değildir ki yaklaşık 2 Bin yıl sonra TÜRKSOY adlı kuruluşun "Tuna'dan Orhun'a uzanan bir köprü" temalı yarışma düzenleyebilmesi Yine kitaptan devam edecek olursak Avrasyacılığın Turani ve Türk halklarının statüsü, durumu veya refahını ilgilendiren bir ideoloji olmadığının altı çiziliyor. Özellikle şu ifade önemliydi: "Rus