Atatürkçülük ve Turancılık nerede buluşur

Atatürk'ün düşüncelerine, söylevlerine, yaşam felsefesine ilişkin bir çerçeve çizmek gerektiğinde onun 3 temel özelliği öne çıkar. Gelişerek yenileşme, gerçekçi makuliyet ve ölçülü kat'ilik. Atatürk devrim ve inkılaplarının temel pusulası buradadır Bu yönüyle bakıldığında Milliyetçi ve Türkçü Atatürk, elbette Halkçı ve Cumhuriyetçi idi. Laiklik ise din olgusunun vicdanlarda yer bulabilmesine ıtlak olunurdu. İlaveten devletçi yönüyle milli hazineyi yükseltmiş ve tedrici bir demokrasi yolculuğunu esas almıştır. Atatürk'ün düşünce ve güncesi siyasal, sosyal ve kültürel yönleriyle bir bütündür. İçerisinden birini ya da bir kısmını öne çıkararak diğerini karartmak Atatürkçülük yaklaşımının da nüfuz kaybetmesine temel olmaktadır. Öyle ki halkçılığının temel dayanaklarını anlamadan milliyetçiliğinin yönelimi anlaşılamaz. Ya da milliyetçilik eksenindeki stratejisini idrak etmeden laiklik ve cumhuriyetçilik gerekçesi günümüz ihtiyaçlarına uyarlanamaz. Maalesef Atatürkçülüğün bu dokusu göz ardı edildiğinden zaman ve mekan içerisinde milletin kabul çizgisinde de sapmalar yaşanmasına sebep olunmaktadır. Oysa bu sarsılmaz bütünlük içerisinde irdelendiğinde Atatürkçülük bir ideoloji olmaktan öte bir değerler manzumesi ve güne uyarlanarak sürdürülecek bir yönetsel çözümler reçetesidir. İbrahim Kafesoğlu'nun Atatürkçülük nezdinde ortaya koyduğu şu kriter hatırlanmaya değerdir: "Bir iddiacı eğer Türk kültürü düşmanlığı yapıyorsa, halk kitlelerini tahrike kalkıyorsa, din ve mezhep istismarcılığına yelteniyorsa, totaliterliğe özeniyorsa, deviricilikte ısrar ediyorsa Atatürkçü değildir." Takdir edersiniz ki burada her birisine ayrıca temas etmeye imkan yoktur. Ancak uzun yıllardır Türkiye'nin gündeminde tutmaya çalıştığım Türk Dünyası idealinin Atatürkçülüğün yaşam çizgisinde bir vazgeçilmez olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Ve Atatürk'ün Türk Dünyası düşüncesinde de başta bahsettiğim 3 temel özellik eksik olmamıştır. Birincisi zaman ve koşullar oluştuğunda her Türk topluluğunun kendi milli alanında bağımsızlığa yürüyeceğini ve Türkiye Cumhuriyetinin de hukuk ve diplomasi ölçeğinde buna destek olacağını işaret etmiştir. İkincisi sürece etki edecek diğer ülkelerle makul ilişkiler sürdürmenin vazgeçilmezliğidir. Üçüncüsü ise her alanda işbirliğini esas alabilecek bir gayretler bütünlüğe ulaşılmasıdır. Bakınız 1920 yılında milli mücadelenin en kritik günlerinde Atatürk bir yandan da Suriye ve Irak'ın İngiliz ve Fransızların lehinde teşebbüslerden uzak durmasını sağlamaya çalışmaktadır. Hatta Talat Paşa ile mektuplaşmasında konfederasyon ihtimali bir düşünülmektedir. O günlerde, 4 Mart 1920'de Sivas Vilayetine gönderilen bir telgrafta Atatürk Kuvayi Milliye taraftarlarınca gazetelerde ortaya konulan kimi fikirlerin bazı hatalar taşıdığını ve mücadeleye zarar verebileceğini ifade etmektedir. Şöyle demektedir: "Suriye ve Arabistan, Irak, Kafkasya, Azerbaycan ve Gürcistan meseleleri hakkında bunları hiçbiriyle gücendirmeyecek ve onların bağımsızlığına taraf olduğumuzu gösterecek lisan kullanılmalıdır. Yayınlarda Turanizm ve Panislamizm propagandasından sakınarak, Asya'daki hareketlerin Müslüman milletlerce kendi bağımsızlıklarına nail olmak davasından ibaret olduğu vurgulanmalıdır." Yine bir diğer yaklaşımı şu şekildedir: "...Kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranmamız elbette uygun görülemez. Fakat milliyet dâvası şuursuz ve ölçüsüz bir dâva şeklinde mütalâa ve müdafaa edilmemelidir. (...) Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük dâvasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz." Muhakkak ki o günün şartlarında istenen bu stratejik duruş günümüzde yeni bir eklemlemeyi de gerekli kılmaktadır. Henüz ciddi eksiklikler