Her fen, İlâhî bir izdir - Bilimsel Bilgi ve Risale-i Nur (3)

Aslında bilimsel bilgi ilâç yapımı örneğinde ilâcın kimyevî bileşenleri hakkında, mimarlık ya da inşaat mühendisliği örneğinde bina yapımının detayları hakkında, dağlar yahut denizler örneğinde dağ ve denizlerin oluşum süreçleri ve özellikleri hakkında tasvirî bilgi vermekten ibarettir.

İnsan aklı ve muhakemesi bu açıklamaları sebep-sonuç ilişkisi açısından irdelediğinde arkasındaki yapanı yani özneyi tanıdığı gibi Onun (cc) ilmi, iradesi, sanatlı yapışı gibi vasıflarını da anlar. Bütün mesele insanın ön yargılarla değil, şartlanmamış aklı ile düşünmesi ve değerlendirmede bulunmasıdır. Bunu gerçekleştirdiğinde söz konusu tasvirî bilgiler yani bilimsel bilgiler onu imana, Yaratıcıyı varlığı ve vasıflarıyla (isim ve sıfatlarıyla) tanımaya götürür.

Fenleri dinleyin

Risale-i Nur, ifade etmeye çalıştığımız bu hususun pek çok örneği ile doludur. Nitekim Bediüzzaman Kastamonu'da iken yanına gelen ve "öğretmenlerimiz bize Allah'ı anlatmıyor" diyerek kendisinden ders isteyen öğrencilere verdiği cevap bunu ifade ediyor: "Okuduğunuz fenlerden her fen kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip, Hâlık'ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz" Ardından tıp, farmakoloji, çeşitli mühendislikler, astronomi gibi ilimlerden "sorgulamaya dayalı" örnekler verdikten sonra şunu söyler: "İşte bu fenlere kıyasen yüzer fünundan her bir fen, geniş mikyasıyla ve hususî ayinesiyle ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kainatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmasıyla bildirir, sıfâtını, kemalâtını tanıttırır."

İmanın muhafazası ibadet ile olur

Okuldan alınan bilimsel bilginin, -deyimi yerindeyse-, imana dönüşmesi, diğer bir tabirle Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanımaya vesile olması bir yönüyle basit bir metodoloji meselesi ise de bir yönüyle, bunun pekişmesi, içselleştirilmesi ve otomatik hale gelmesi açısından zor ve süreklilik arz eden bir keyfiyet taşımaktadır. Bunun en pratik, en kolay yolu ise Risale-i Nur okumalarıdır. Bu, kanaatimizce ilk söylenmesi gereken husustur. İkinci olarak ise imanın ibadetlerle aklın yanı sıra kalbe ve duygulara yerleşmesidir. Bediüzzaman'ın dediği gibi, "Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ibadettir. Evet, Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse eserleri ve tesirleri zayıf kalır."