Sandık var, rekabet yok: Otoriterliğin anatomisi

GİRİŞ

Son dönemde bütün dünyada bildiğimiz anlamda demokrasilerin güç ve zemin kaybettiğini görüyoruz. Bunun - bence – en temel sebebi üretim teknolojisindeki dönüşüme, küresel entegrasyona ve bunlara bağlı yaşam tarzı ve toplumsal ihtiyaçlardaki değişime siyasi yapı ve toplumsal kurumların adapte olamaması veya değişimin çok yavaş gerçekleşmesi sebepleriyle toplumların problemlerinin mevcut demokratik kurumlar tarafından çözülememesidir. Hal böyle olunca geniş halk yığınları demokratik rejimlerden yavaş yavaş umudunu kesmektedir. Bu anlamda seçimlerin yine korunduğu ama güçlü hükümetlerin bu seçimler yoluyla değişmesinin pek muhtemel olmadığı hibrit sistemlere doğru gitme eğilimi bütün dünyada ortaya çıkmaktadır. Pekiyi demokrasi sadece sandık mıdır Demokrasi sadece sandık değildir; "serbest ve adil" rekabet için eşit bir zemin, hakem kurumların tarafsızlığı ve kamusal alanın özgürlüğü de şarttır. Kriz, kutuplaşma ve "güçlü el" arzusunun arttığı dönemlerde ise bu eşit zemin yavaş yavaş çarpılır. Sandık görüntüsü kalır, demokratik öz aşınır.

Bu yazıda otoriter rejimi çalışmaya elverişli bir tanımla netleştiriyor, başlıca türlerini sınıflandırıyor ve bir rejimin otoriterliğe kayıp kaymadığını hızlıca anlamaya yarayacak bir teşhis listesi paylaşıyorum. Buradaki amacım sadece "etiket" dağıtmak değil; "oyunun kuralları" gerçekten rekabet üretiyor mu, onu soğukkanlı biçimde sorgulamak olacaktır.

OTORİTER REJİM NEDİR

Siyaset bilimi literatüründe (Linz, Stepan, Geddes, Svolik, Levitsky–Way) otoriter rejim, siyasal rekabeti ve sivil özgürlükleri sistematik biçimde sınırlayan; iktidarın serbest ve adil seçimlerle düzenli biçimde el değiştirmesini fiilen engelleyen yönetim tipidir. Otoriter rejimlerde ortak üç etken öne çıkar:

SINIRLI ÇOĞULCULUK: Demokrasi çoğulcu bir sistemdir, yani iktidar çoğunluk tarafından belirlense de bütün halkın görüş ve beklentileri, hak ve hürriyetleri koruma altındadır. Sınırlı çoğulculukta medya, yargı, akademi, sivil toplum ve muhalefet partileri üzerinde kalıcı kısıtlar bulunur. Sistem toplumdaki çoğunluğun görüş ve beklentileri ile hak ve hürriyetlerini koruma altına alır. Çoğunluğa mensup olmayanlar ise "bizden değil" etiketi ile yaftalanır.

SİYASALLAŞMIŞ HAKEMLİK: Demokrasilerde bütün halkın hak ve hürriyetlerinin korunması Hükümetten özerk veya bağımsız erk ve kurumlarla sağlanır. Siyasallaşmış hakemlikte ise yüksek yargı ve yasama meclisi başta olmak üzere, seçim kurulu, sayıştay ve düzenleyici kurumların yürütmenin güdümüne girdiği görülür.

EĞİK REKABET ZEMİNİ: Demokrasinin ruhu serbest ve adil seçimlerdir. Bu ise küçükten büyüğe bütün siyasi parti ve toplumsal grupların siyasi olarak fırsat eşitliğine sahip olduğu bir zemini gerektirir. Otoriter rejimlerin çoğunda seçimler yapılır; fakat medya erişimi, finansman, bürokrasi ve hukuk yoluyla iktidar bloğuna sistematik üstünlük sağlanır. Partiler arasında fırsat eşitliği fiilen ortadan kalkar.

TOTALİTARİZMDEN FARKI: Totaliter düzende tekil ideoloji ve yoğun kitle seferberliği esastır; otoriterlikte ideolojik totalizm / bütünlük ve sürekli kitle mobilizasyonu şart değildir. Meşrulaştırma repertuvarı genellikle "güvenlik", "kalkınma", "dış düşman" ve "atanmış seçkinler" karşıtlığı etrafında kurulur. Seçici baskı ile kooptasyon, yani iktidarın parasal imkânlarla kendine bağlı bir toplumsal yapı oluşturması (patronaj, ihale, terfi, medya sahipliği), birlikte çalışır; muhalefet tamamen yasaklanmaz ama yenilgiye mahkûm bir rekabet içine sıkıştırılır.

OTORİTERLİĞİN TİPOLOJİSİ

A) GÜÇ KAYNAĞINA GÖRE (KLASİK AYRIM)

Siyaset biliminin klasik ayrımında otoriter rejimler toplumsal güç kaynağına göre sınıflandırılır. Aşağıda bunları özetledim:

Tek Parti Rejimi: Parti, devletin gövdesine dönüşür; kadro ve terfiler partinin tekeline bağlanır. Öngörülebilir iç kurallar (politbüro, kadro sistemi) nedeniyle görece "dayanıklıdır". Eski SSCB, yani komünist Rusya buna örnektir.

Askerî/Bürokratik-Otoriter Rejimler: Ordu ya da teknokratik güvenlik bürokrasisi "düzen/etkinlik" gerekçesiyle iktidarı üstlenir. Elit-içi pazarlık kırılgandır; çıkış çoğu kez pazarlığa bağlıdır. Bu rejimler sermaye sahipleri ile ittifak yapabildikleri sürece rejimin kalıcılığı sağlanır.

Kişiselci/Sultanik Rejimler: Güç lider etrafında şahsîleştirilir; kurumlar vitrine indirgenir, ardıllık en kritik risktir. Saray-içi darbe ve politika dalgalanması olasılığı yüksektir. Bu rejimler, iktidar dışı muhalefete karşı kuvvetli ama kendi içinden kaynaklanan tehditlere karşı kırılgandır.

Monarşik Rejimler: Hanedana dayalı meşruiyet ve biat ağları belirleyicidir; istikrar danışma meclisleriyle dengelenmeye çalışılır. Genelde ortaçağ ve yakın çağın tarım toplumlarındaki mutlak krallıkları bu kategoriye yerleştirebiliriz. Suud Monarşisi buna örnek gösterilebilir.

Teokratik Rejimler: Dinî hiyerarşi siyasal meşruiyetin ana eksenidir; hukuk ve temsil kanalları dinî otoriteyle iç içedir. Bu rejim tipi için kuvvetli bir din adamları sınıfının olması gerekir. Çünkü kurulacak sistemin omurgasını da meşruiyetini de bu sınıf sağlar. İran'daki Şii Molla rejimi bunun tipik örneğidir.

Oligarşik Rejimler: Dar bir ekonomik–siyasal klik karar verir; tek-parti veya çok partili yapıların içinde bu dar kadro "çekirdek" olarak bulunabilir. Yani seçimler olsa ve iktidar görünürde değişse bile iktidardan yararlanan zümreler aynı kalır.

B) SEÇİM SİSTEMİNE GÖRE

Seçimsiz Otoriterlik: Sandık yoktur ya da tümüyle anlamdan arındırılmıştır; rekabet yoktur.

Hegemonik Seçimci Otoriterlik: Sandık ve kampanya görüntüsü vardır ama kurumsal mühendislik (medya, hukuk, bölge/sandık tasarımı, finansman, idari kapasite) sonucu iktidar bloğunun kazanması yapısal olarak güvenceye alınmıştır.

Rekabetçi Otoriterlik: Muhalefet yarışır ve bazen mevzi kazanır; fakat medya/yargı/finans–idari avantajlar ve seçici baskı nedeniyle iktidarın kaybetmesi olağandışı hâle gelir. "Seçim var, rekabet yok" tanımı en çok buraya uyar.

C) KURUMSALLAŞMAYA GÖRE

Kurumsallaşmış Otoriterlik: Parti tüzüğü, politbüro/konsey, yazılı terfi kuralları gibi mekanizmalar sınırlı da olsa öngörülebilirlik sağlar; rejim ömrü uzar.

Kişiselleşmiş Otoriterlik: Karar tek elde toplanır; kurumlar kişisel sadakat ağlarına dönüşür; dış şoklara ve halefiyet krizlerine karşı en kırılgan formdur.

D) İDEOLOJİ VE KİTLE MOBİLİZASYONUNA GÖRE

Klasik Otoriter: Sınırlı ideoloji, sınırlı kitle mobilizasyonu, sınırlı plüralizm: "siyasetsiz siyaset". Muhalefet partileri gerçekten iktidar olmayı hedeflemez, haftada bir mecliste yüksek sesle konuşur ama toplumsal taleplere yönelik bir öneri geliştirmezler. Muhalefet muhalefette kalmayı, iktidar iktidarda kalmayı hedefler.