Dünya tarihinde Sanayi Devrimi bir ülkenin kendi tarihi, sosyolojik, coğrafi ve iktisadi niteliklerine bağlı olarak ilk defa İngiltere'de ortaya çıktı. Diğer Avrupa ülkeleri onu taklit ettiler. Pekiyi ya Doğu'nun büyük imparatorlukları: Hindistan zaten İngiliz sömürgesi olmuştu. Çin kendi içine kapanmış ve uykudaydı… İran ise hiçbir zaman bir modernleşme sürecine giremedi. Doğu toplumlarının geneli ya sömürgeleştiler ya da fakirlik ve atalet içine gömüldüler. Ancak bunun istisnası üç büyük imparatorluk idi: Rusya, Türkiye ve Japonya. Bu üç ülkeden Rusya ve Türkiye'nin eksik kalmış modernleşmesini bu yazıda anlatacağım. Bir sonraki yazı ise Japonya'nın nasıl ve niçin başarılı olduğu üzerine olacak.
1.GİRİŞ
Tarih bazen coğrafyanın, zihniyetin ve devlet aklının birleştiği kavşaklarda yön değiştirir. Sanayi devrimi İngiltere'de parladı; burjuva sınıfı Fransa'da siyaset sahnesine çıktı; deniz ticareti Hollanda'yı küresel bir banka yaptı. Ama doğuya doğru ilerlediğimizde hikâye yavaşlar. Rusya Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu – ardından Sovyetler ve Türkiye Cumhuriyeti – modernleşmeyi yaşadı, hatta büyük dönüşümlere imza attı; fakat üretim yapısını kapitalist bir üretim tarzı haline getirmekte zorlandı. Soru şu: Bu iki imparatorluğun modernleşme hikâyesinde kapitalistleşme niçin eksik kaldı Hangi saikler dışsal şekilde de olsa kapitalist bir ekonominin kurulmasını zorlaştırdı
Her iki ülkede de bir devlet aklı ve bürokrasi geleneği vardı, jeopolitiği doğru okuyup zamanında reform yapma gerekliliğini görmüşlerdi, her iki ülkeden de büyük liderler çıktı… Ancak toplumsal zihniyet, coğrafi konum, modernleşmenin zamanlaması nedeniyle Rus ve Türk toplumları üretim yapısının dönüşümünü ve kapitalist sermaye birikimini içselleştirmekte zorlandı. Bu yüzden birbirine çok benzeyen iki imparatorluk bakiyesi ülke olarak Rusya ve Türkiye'yi bu yazıda birlikte ele almak istedim.
2. İKİ İMPARATORLUK İKİ BENZER YAZGI
Rusya ve Osmanlı dünyanın en geniş kara imparatorluklarından ikisiydi. Toprağa dayalı vergi sistemi, merkezî bürokrasi ve tebaaya karşı devletin üstünlüğü – her ikisinin de ortak karakteri olarak göze çarpmaktaydı. Her ikisinde de toplum devletin yaşaması için gerekli kaynak ve enerjiyi üretmekteydi ancak devlet toplumu inşa eden asıl güçtü. Bizde Padişah, Rusya'da Çar sadece siyasi lider değildi; kutsal otoritenin temsilcisiydi. Bunun bir sebebi Ortodoks Kilisesi ve Sünni İslâm'ın ekonomi politik açıdan konumu gösterilebilir. Bilindiği gibi Ortodoks Kilisesi'nin başı Çar'dır, çünkü Bizans kökenli Ortodoks anlayışa göre "İsa'nın kılıcı da, devletin kılıcı da Sezar'ın elindedir." Benzeri şekilde Sünni İslâm'da da "ne kadar adaletsiz olsa da ulû'l emre itaat esastır" ilkesi genel kabul görmüştür. Dolayısıyla hem Ortodoks'lukta hem de Sünni İslâm'da din Çar ve Pâdişah tarafından yönlendirilirdi. Bu yüzden her iki toplumda da otoriteye mutlak itaat bir erdem, itiraz ve muhalefet dinde fitne ve dinden çıkarılma sebebi sayılırdı. Bu nedenle sermaye biriktiren tüccar sınıfı değil, askeri ve bürokratik sınıf toplumun merkezindeydi. Yani Rusya ve Türkiye'deki zihniyet kapitalizmin gelişmesine engel çıkarmaktaydı… Çünkü Kapitalizmin motoru olan "kâr güdüsü + ticari risk alma" kültürü, hem Ortodoks-Rus hem Sünni -Türk zihniyetinde şüpheyle karşılanıyordu.
Tüccar hep gözetim altındaydı; kazanç çoğu zaman vergilendirildi, mülk güvencesi zayıftı, yükselmek için ticaretten çok devlete yaslanmak gerekiyordu. Bu sebeple servet birikimi yatay – yani toplum içinde belirli sınıflar arasında- değil dikey – yani bürokrasi ve saray çevresinde - gerçekleşti. Güç ve servet sahibi olmanın yolu Saray'dan geçiyordu, yani emniyet ve sadakat temel aranan niteliklerdi.
3. MODERNLEŞME ÜST YAPI DEĞİŞİMİ OLARAK BAŞLADI: BÜYÜK PETRO VE II. MAHMUT'UN AÇTIĞI YOL
17'inci ve 19'uncu Yüzyıllarda Rusya'da Büyük Petro, Osmanlı'da II. Mahmut sahneye çıktı. İkisi de askerî yenilgilerin sarsıntısıyla modernleşmenin zorunluluğunu gördü. Reformlar devlet merkezliydi, çünkü tehdit dışarıdandı. Hem Büyük Petro hem de II. Mahmut'un gerçekleştirdiği ıslahat ve reformlar birbirine çok benziyordu. Devletin Batı tipi bir bürokrasi ve merkezi krallık olarak yeniden tesisi, kuvvetlerin nispi olarak ayrılması, Batı tipi eğitimin verildiği okulların açılması… Yeni ordu, yeni kıyafet, yeni bürokrasi… Ama ekonomi hâlâ tarımsal; şehirleşme yavaş; sanayi devrimi henüz ufukta belirsizdi.
Büyük Petro zamanında İngiltere'de bile fabrikalar yoktu; Sanayi Devrim henüz gerçekleşmemişti. II. Mahmut döneminde ise Avrupa sanayileşmenin ilk sancılarını yeni yeni yaşıyordu. Bu yüzden her iki modernleşme hamlesi askerî-idari reform olarak kaldı; sermaye birikimini ve toplumsal dönüşümü tetikleyecek alt yapı değişimi olarak topluma yayılamadı.
Rusya ve Osmanlı'nın sorunu reform yapamamak değil; üretim yapısında değişimi topluma yayacak ekonomik sınıfı üretememekti. Burada önemli bir farklılık iki imparatorluk arasında göze çarpmaktadır: Bir kapitalist ekonominin ve sermayedar sınıfın ortaya çıkabilmesi için özel mülkiyet ve aristokrasinin varlığı önemlidir. Bu sayede servet nesilden nesle birikecektir ve Sanayi Devrimi aşamasında bu birikmiş servet önemli bir kaynak olarak yerini alır. Rusya'da Çar Hanedanının yanı sıra çok geniş bir soylular ve toprak sahipleri sınıfı vardı. Bunlar geniş toprakları kendi mülkleri olarak tutabiliyorlardı. Bu yüzden kapitalizmin ilk aşaması için gerekli olan servet aristokrasi ve özel mülkiyet üzerinden Rusya'da birikebilirdi. Ancak birazdan bazılarına değineceğim Rusya'ya özel koşullar nedeniyle bu mümkün olmadı. Öte yandan Osmanlı'da ise mülkiyet sisteme içkin değildi – tımar ve vakıf düzeni sermaye biriktirmedi, dağıttı. Bu yüzden Türkiye'nin kapitalistleşememesinin önemli bileşeni özel mülkiyetin yapısal zayıflığıdır.
4. SALTANAT REJİMLERİ SONRASI İKİ FARKLI CUMHURİYET VE İKİ LİDER: LENİN VE ATATÜRK
20'inci Yüzyılın başı Rusya ve Osmanlı için yalnızca imparatorlukların sonu değil yeni rejimlerin doğumuydu. Rusya'da Bolşevikler Çar düzenini yıktı; Osmanlı'nın küllerinden ise Ankara merkezli bir Cumhuriyet kuruldu. Her iki dönüşümün kurucu lideri – Lenin ve Atatürk – modernleşmenin zorunlu olduğuna inanıyordu. Ancak tercih ettikleri yol farklıydı.
Rusya devrimi topyekûn bir kopuşu hedefledi:
Toprak aristokrasisi tasfiye edildi, üretim araçları kamulaştırıldı, özel mülkiyet ideolojik olarak reddedildi. Sanayi devlet eliyle kuruldu, ekonominin kalbi planlamaya bağlandı. Başlangıçta hızlı bir sanayileşme sağlandı; fakat girişimcilik ruhu, kâr motivasyonu ve piyasa rekabeti yerleşmedi. Devlet yaptı, toplum takip etti – kapitalizm değil, endüstriyel sosyalizm doğdu.
Türkiye ise farklı bir çizgi izledi:
Atatürk'ün liderliğinde Cumhuriyet, özel mülkiyeti koruyan ama devleti ekonominin motoru kılan bir model benimsedi. Sanayi planları, kamu fabrikaları, demiryolları… Ama tıpkı Rusya'da olduğu gibi dönüşüm yine yukarıdan aşağıya gerçekleşti. Ticaret sınıfı zayıftı; burjuvazi sonradan ve çoğunlukla devlet eliyle yetişti. Cumhuriyet ülkeyi ve toplumu modernleştirdi, ama kapitalistleşme organik değil stratejik oldu.
İki ülke de devleti dönüştürmeye çalıştı ama toplumu dönüştürmekte zorlandı. Çünkü kapitalizm önce zihinde başlar; sonra dükkânda, atölyede, piyasada büyür. Rusya'da ideoloji engeldi; Türkiye'de ise sermaye tabanı dardı.

3