Nasrullah Camii'nden Selimiye Camii'ne: Restorasyonda kırmızı çizgi

GİRİŞ

Şu güzel memleketimizde her gün yeni bir olay etrafında tartışma fırtınaları oluşmakta. En son olarak ülkenin tarihi eserlerindeki restorasyon çalışmalarının tarihi değerleri koruyarak yenilemenin değil tarihi kimliğimizi ve milli servetimizi tahrip etmenin bir timsali olduğu yönünde tartışmalar patladı. Sosyal medyada art arda paylaşılan "beyazlatma" görselleri ve "katman silme" ithamları, tarihî eser restorasyonunu, bu anlamda, yeniden ülke gündemine taşıdı. Kastamonu Nasrullah Camii, Çorum Ulu Camii, Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı derken gözler son olarak UNESCO listesinde yer alan Edirne Selimiye Camii'ne çevrildi. Soru net: "Restorasyon adı altında çini, hat ve kalemişi gibi özgün bezemeler mi kayboluyor" Cevap, ilke ve süreç şeffaflığı olmadan verilemez; çünkü restorasyon "yeniden yapmak" değil, "koruyarak gelecek kuşaklara aktarmaktır." Selimiye örneğinde mahkemenin yürütmeyi durdurması, işte bu nedenle şimdilik hayati bir "fren" işlevi gördü.

Bugün bu süreci "restorasyon işleminin tekniği çerçevesinde olayların değerlendirilmesi" ve bu konuda "milli ve uluslararası kanun ve kuralların ne dediği" açısından değerlendirecek ve "tarihi eser restorasyonunun ihmal ve kültür tahribine varmadan nasıl kotarılabileceği" üzerine önerilerimi ekleyeceğim. Bir daha ki yazım 06 Ekim Pazartesi günü yayınlanacak. O yazıda da modern "Türkiyeli" muhafazakârlığın Türk – Osmanlı kültürü ile niçin çatıştığını ekonomi politik çerçevesinde ele alacağım…

TARTIŞMA NEDEN BÜYÜYOR

Sosyal medyada duyarlı vatandaşlar yukarıda verilen üç örneğe dair fotoğrafları paylaşmakta ve tepkilerini de biraz sert olarak vermektedirler. Pekiyi neden bu tartışma ortaya atıldı ve hangi sebeplerden büyüdü Bu sorunun cevabı üç kalemde verilebilir: Şeffaflık eksikliği, eserlerin yeniden işlenmesinde (rekonstrüksiyon) keyfilik ve uygulama pratiği ve denetim yetersizliği.

1.Şeffaflık Eksikliği: Rölöve–restitüsyon–restorasyon projeleri, numune (pilot) alan sonuçları, pigment/harç analizleri çoğu zaman kamuya açık değil. Oysa Venedik Tüzüğü, her müdahalenin ayrıntılı olarak belgelendirilmesini ve kayıtların araştırmacılara açılmasını öngörür. (Md.16).

2.Eserlerin Yeniden İşlenmesinde Keyfilik: Geç dönem (18–19. yy) kalemişleri "orijinale dönüş" gerekçesiyle gözden çıkarılabiliyor. Tüzük, farklı dönemlerin "geçerli katkıları"nın saygıyla korunmasını ve "birlikte tek stil yaratma" hedefinin reddini açıkça yazar (Md.11); tahmine dayalı rekonstrüksiyonların sınırlandırılmasını da vurgular (Md.9).

3. Uygulama Pratiği Ve Denetim Yetersizliği: İşin uzmanı konservatör ekipler yerine "hızlı uygulama" kültürü öne çıktığında, hem malzeme seçimi hem de yöntemlerde hatalar büyüyor. UNESCO'nun dünya mirası yönergeleri "özgünlük (authenticity) ve bütünlük (integrity)" testini yönetim planının merkezine koyar; danışma organı olarak ICOMOS'un rolü de tam burada devreye girer.

(ICOMOS = International Council on Monuments and Sites — Türkçesiyle Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi)

EVRENSEL İLKELER: ULUSLARARASI KURALLAR NE DİYOR

Rölöve–restitüsyon–restorasyon projelerinde Venedik Tüzüğü (1964) bugün hâlâ temel referans kabul edilir: Proje sürecinde eserlere asgari müdahale, orijinal malzemeye ve belgelere saygı, tahminî işten kaçınma, eklerin ayırt edilebilirliği (Md.9–12) ve belgeleme zorunluluğu (Md.16). Bu çerçeve, "görünmez onarım" arzusuyla orijinali taklit edip "tarihi sahtelemek" yerine, hem bütünlüğü hem de izlenebilirliği korumayı hedefler. ICCROM'un yönetim kılavuzları da önce analiz–deneme alanı–belgeleme–geri besleme döngüsünü önerir.

(ICCROM = International Centre for the Study of the Preservation and Restoration of Cultural Property. Türkçeye genelde "Kültürel Mirasın Korunması ve Onarımı Uluslararası Çalışma Merkezi" olarak çevrilir; Roma merkezli, hükümetler arası bir kuruluştur. DMD)

Türkiye mevzuatında 2863 sayılı Kanun; projelerin Koruma Kurulları gözetiminde, uzmanlarca yürütülmesini şart koşar. Bu, sadece hukuki bir ayrıntı değil; restorasyonda sorumluluğun ve hesap verilebilirliğin kurumsal teminatıdır.

ÜÇLÜ VAKA: KASTAMONU NASRULLAH CAMİİ, ÇORUM ULU CAMİİ VE MALATYA SİLAHTAR MUSTAFA PAŞA KERVANSARAYI

Kastamonu Nasrullah Camii: 2020'de "badana" iddialarıyla gündeme geldi. Bağımsız doğrulama platformlarının derlediği kayıtlar, uygulamada 19. yüzyıl kalemişlerine ulaşılıp konservasyon yapıldığı yönündeki açıklamalara işaret ediyordu; tartışma daha çok estetik tercih ve katman okuması etrafında şekillendi. Bu dosya, "rapor şeffaflığı" sağlanmadığında sosyal medya algısının kolayca hüküm kurduğunu gösteriyor.

Çorum Ulu Camii: Son günlerde paylaşılan önce–sonra görselleri, kubbe içi bezemenin "beyazlatıldığı" iddiasını büyüttü. Yerel basın ve haber siteleri tartışmayı aktarıyor; ancak teknik raporlar kamuya açık olmadığı için, "yağlı boya raspası–kalemişi canlandırma" savunusunun kapsamını dışarıdan doğrulamak zor. Tartışma, belge ve yöntem şeffaflığı olmadan çözülemez.

Malatya Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı: 17. yüzyıl eseri, resmî kaynaklarda tescilli bir yapı olarak kayda geçmiş durumda. Son günlerde X/Instagram'da "beyaz sıva" tepkileri çığ gibi büyüdü; bu, özellikle deprem sonrası onarım bağlamında malzeme ve yöntem şeffaflığının önemini hatırlatıyor. Yapının tarihçesi ve geçmiş restorasyonlarına ilişkin kamu belgeleri mevcut; fakat son müdahalenin teknik raporunun yayımlanması şart.

Ortak Bulgu: Üç dosyada da sorun, uygulamadan önce–sırasında–sonrasında "ne, neden, nasıl" sorularına kamunun açık, izlenebilir bir cevap bulamayışı. Venedik Tüzüğü'nün Md.16'daki belgeleme ve paylaşım ilkesi, tam da bu sebeple vardır.

SON VAKA: SELİMİYE CAMİİ (UNESCO)

Selimiye, yalnız Türkiye'nin değil, bütün insanlığın ortak mirasıdır. 2011'de Dünya Miras Listesi'ne (kriter i–iv) alınan yapı için her müdahale, UNESCO'nun "özgünlük ve bütünlük" testinden geçmeli; yönetim planı ve danışma organı görüşleri olmadan atılacak her adım, telafisi güç riskler doğurur. Son günlerde kubbe tezyinatına ilişkin "orijinale dönüş" söylemiyle yürüyen numune çalışmaları kamuoyunda tepki doğurdu ve Edirne İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurdu. Yargı, idarenin savunmasını ve proje belgelerini isteyerek aslında "kanıta dayalı restorasyon" ilkesini hatırlattı: Bilimsel gerekçe, belgeleme ve denetim olmadan estetik tercih yapılamaz.