Çok bilinmeyen dâhi bestekârımız: Mehmet Reşat Aysu

GİRİŞ

Büyük Atatürk her yerde olduğu gibi müzikte de yeniliklere girişmişti. Bir taraftan Anadolu halk ezgilerini senfonik eserlerde canlandırma amacıyla Türk Beşlerinin eğitimini üstlenmiş ve onları destekleyerek teşvik etmiş diğer yandan da Saadettin Arel'e Türk Müziğini çok sesli hale getirecek bir çalışma projesi sunmuştu. Türk Beşleri başarılı oldu ama ne yazık ki Saadettin Arel başarılı olamadı. Gazi'nin amacı belki de Batı standartlarına uyumlu ama "yerli ve milli köklerini" koruyan bir müzik anlayışını yerleştirmekti.

Bugün sizlerle Cumhuriyet Dönemi'nde yetişmiş en değerli ve yetenekli bestekârlarımızdan biri olan Mehmet Reşat Aysu hakkında sohbet etmek istiyorum. Eylül'ün bitmeye ve Ekim'in yaklaşmaya başladığı bu güzel İstanbul sonbaharında içimizi iliklerimize kadar dolduracak bir İstanbul meltemini Türk mûsikîsinden daha güzel ne anlatabilir, bilemiyorum. Hele mevzu-u bahis Reşat Aysu'nun eserleri ise bana doğrudan İstanbul Boğazı'nda sonbaharı çağrıştırır.

Ancak burada Atatürk'ün müzik devrimi hakkında çabalarını ve bunların sonuçlarını da anlatmak istiyorum. Öncelikle Reşat Aysu'nun hayat hikâyesi ve Türk Mûsikisi'ndeki yerini anlatacağım. Sonra Atatürk'ün çabalarına ve sonuçlarına değineceğim. En sonunda da Reşat Aysu'nun –bence en güzel- eseri Kürdîlihicâzkâr Saz Semâîsi hakkında birkaç kelâm edeceğim.

Reşat Aysu benzeri bestekârlarımız bireysel çalışmaları ile Türk ve Batı müziklerini birbirine yaklaştırdılar. Burada Münir Nurettin gibi bir bestekâr ve solistimizin katkısı çok önemlidir. Son dönemde piyanist Hakan Ali Toker'in çalışmaları da çok değerli katkılar sunmaktadır.

REŞAT AYSU'NUN KISA HAYAT HİKÂYESİ

1910'da Tekirdağ'da doğan Mehmet Reşat Aysu, küçük yaşta Türk mûsikîsine yöneldi; Darüşşafaka'da aldığı sağlam nota eğitimi, onu hem bestecilikte hem icrada disiplinli bir çizgiye taşıdı. 1932'de Darüşşafaka Lisesi'ni, 1936'da Ankara Ziraat Fakültesi'ni bitirdi; mesleği entomolojiydi ama gönlü daima müzikte kaldı. Cumhuriyet yıllarının kurumsallaşan kültür ikliminde hem Türk mûsikîsi hem de Batı müziği çevrelerinde aktif oldu. 1945'te (resmî kuruluş 3 Ekim 1946 olarak da geçer) üstad Rakım Elkutlu'yla İzmir Türk Musiki Cemiyeti'nin kuruluşunda yer aldı ve nota bilmeyen Elkutlu'nun pek çok eserini notaya geçirerek repertuvarının kalıcılaşmasına büyük katkı verdi. 1947'de Madam Amati yönetimindeki İzmir Şehir Orkestrası'nda ikinci ve birinci kemancı olarak çalıştı; Beethoven, Mozart, Liszt, Boccherini gibi bestecilerden seçkilerle konserler verdi. 1958'de Ege Üniversitesi Türk Müziği Korosu'nu kurdu, 1988'den itibaren aynı üniversitenin Devlet Türk Müziği Konservatuvarı'nda görev aldı. 1999'da İzmir'de vefat etti.

TÜRK MÜZİĞİ'NDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Aysu, Cumhuriyet dönemi bestecileri arasında hem form kurallarına sadakati hem de Batı müziğinin disiplin ve tekniklerinden yararlanmasıyla öne çıkar. Üç yüzden fazla eseriyle özellikle saz semâîsi ve peşrevde güçlü bir imza bıraktı; yazılar ve akademik çalışmalar, onun "batının disiplini ve dinamizmi içinde Türk mûsikîsinin ruhunu" işleyen bir besteci olduğunu vurgular. Cemiyet ve koro/orkestra tecrübesi, eserlerine orkestral bir işitme ve net bir notasyon anlayışı olarak yansıdı. Ayrıca Elkutlu'nun eserlerini notaya alması, yalnızca bir arşiv eylemi değil; meşk geleneğini modern yazıyla buluşturan örnek bir editörlük faaliyeti olarak da anılmalıdır.

ATATÜRK'ÜN MÜZİK REFORMU

Erken Cumhuriyet'te müzik modernleşmesi gerçekten Giriş'te bahsettiğim gibi iki kulvardan yürüdü:

Türk Beşleri'nin kurumsal hattı: Devletin burs ve kurumsal desteğiyle Batı tekniğinde yetişen besteciler (Rey, Alnar, Erkin, Saygun, Akses) hem öğretmen okullarında/konsanservatuvarda kadrolaştı hem de halk ezgilerini senfonik dile taşıyan bir repertuvar kurdu. Paris çevreleri (ör. Nadia Boulanger) ve Ankara'daki kurumsallaşma bu hattın kalıcı olmasını sağladı.

Arel'in "makamı çok seslendirme" arayışı: Arel–Ezgi–Uzdilek dizgesinin (24 perdeli/"koma" temelli) ses dünyasını Batı çalgı–topluluk anlayışıyla buluşturma denemeleri (ikileme-üçleme-dörtleme, kemençe beşlemesi vb.) yapıldı; fakat intonasyon–notasyon–icracı yetiştirme zinciri bütüncül kurulamadığı için geniş ölçekli bir okul haline gelemedi. Yani fikir güçlüydü ama altyapı ve insan kaynağı yetersizdi.

Bu tabloda Reşat Aysu gibi bestekârların değeri tam burada parlıyor: form sadakatinden (peşrev/saz semâî disiplininden) ödün vermeden Batı icrâcılığının temiz artikülasyonunu ve orkestral duyumunu eser diline yedirdiler. Devletin resmi yollardan gelenek ve çağdaş sanat anlayışı arasında kurmaya çalıştığı "mekanik köprü" yerine bu "organik köprü" çoğu zaman daha ikna edici oldu.

Modern sahne kuralları ve Batı tipi solistliğin Türk musikisine yerleşmesi için Üstâd Münir Nurettin Selçuk da çok önemli bir yer tutmaktadır. Reşat Aysu'nun besteleriyle yaptığını, Münir Nurettin Selçuk ise vokalde yaptı: bel canto tekniğini, solo şan konseri formatını ve sahne/protokol estetiğini klasik Türk mûsikîsi icrasına taşıyarak hem ifade imkânını genişletti hem "tek sesli" bir geleneğe çağdaş bir sunum dili kazandırdı.

Bugün Türk ve Batı musikîlerini birbirine yaklaştıran önemli isimler arasında Hakan Ali Toker gelir: Hakan Ali Toker piyanoda makamsal intonasyonu ciddiye alıp mikrotonal akortla (yani piyanonun tellerini Türk makamlarına göre yeniden akort ederek) resitaller veren; hatta "Senfonik Fasıl" gibi projelerle makamı büyük form-topluluğa taşıyan bir çizgi izliyor. Bu, Arel'in hayalinin 21. yüzyıl teknolojisi/çalgı tasarımıyla yeniden denenmesi gibi de okunabilir.

Burada bir soru gelebilir: "Neden Arel'in Türk mûsikîsini çok sesli hâle getirme projesi zorlandı, buna karşın Türk Beşleri kalıcı oldu" Burada üç temel sebep sayılabilir:

İntonasyon uyumsuzluğu: 12-eşit aralıklı Batı akordu ile makamın komalı dünyası çarpıştı; mikrotonal altyapı ve çalgı standardı olmadan geniş orkestrasyon güçleşti.

İcracı yetersizliği: