"Bir gencin hayatındaki en değerli yıllar, gerçekten hayata hazırlanmak için mi harcanıyor; yoksa sadece zaman doldurmak için mi"
Bu soruyu kendi kendimize sormadan 12 yıllık zorunlu eğitimi tartışamayız. Çünkü mesele yalnızca müfredat ya da sınıf sayısı değil; gençliğin yönünü, toplumun geleceğini, ailelerin kaderini belirleyen derin bir tercihten söz ediyoruz.
Türkiye'de yaklaşık 17-18 yaşına kadar süren zorunlu eğitim anlayışı, gençleri tek bir hedefe odaklıyor: üniversiteye girmek. Üniversite sonrasında ise devlet kapısı öncelikli olmak üzere iş bulmak. Oysa eğitim dediğimiz şey, sadece diploma almak değil, insanı hayata hazırlayan bir yolculuktur. Bugünkü sistem ise gençlerin enerjisini, hevesini ve yeteneğini tek bir kapıya yönlendiriyor: sınav salonuna.
Sonuç 2024 yılı itibarıyla Türkiye'de üniversite mezunu işsiz sayısı 1 milyonun üzerinde. Bu rakam, genç işsizlerin üçte birini oluşturuyor. Üniversiteye girmek için yıllarını harcayan, mezun olduğunda ise "Devlet bana iş bulsun" diye bekleyen milyonlarca gencimizin dramını ortaya koyuyor. Modern eğitimin hedefi bu olamaz, olmamalı.
Erkek öğrenciler için tablo daha da karmaşık. 18 yaşındaki bir genç, iki yıl sonra askere gidecek. Üniversiteye kayıt olmasının en önemli motivasyonu bile çoğu zaman askerliği ertelemek oluyor. Mezuniyet sonrası yüksek lisans ve doktora programlarının "bilimsel merak" yerine "askerlik erteleme" için tercih edildiğini görmek üzücü değil mi
Bu gecikme zincirleme bir etki yaratıyor: İşe başlamak gecikiyor, ev kurmak gecikiyor, evlilik yaşı öteleniyor. TÜİK verilerine göre 2023 yılında Türkiye'de ilk evlenme yaşı erkeklerde 28, kadınlarda 26,5'e yükseldi. Son 20 yılda evlilik yaşı ortalama 4 yıl ileri gitmiş durumda. Bu tablo, "en az üç çocuk" hedefine ulaşmayı zorlaştıran bir unsur olarak görülmektedir. Geç evlilik, doğal olarak daha az çocuk anlamına geliyor. Nüfus artış hızımız 2024'te binde 1,1'e kadar düşerken, nüfusun yaşlanma eğilimi hızlanıyor.
Bugün sokakta rastladığınız birçok gencin elinde üniversite diploması var. Ama aynı gencin elinde bir meslek, bir beceri, bir üretim kabiliyeti yok. TÜİK'in Hanehalkı İşgücü Araştırması'na göre her üç üniversite mezunundan biri mezun olduğu alanda çalışmıyor. Bir başka deyişle, diplomalar ile vasıflar arasında ciddi bir kopukluk var.
İşte asıl tehlike burada. Çünkü elinde işi olmayan, ev düzeni olmayan, gelir elde edemeyen genç; kolay para hayalleriyle yanlış yollara sapmaya daha açık hale geliyor. Medyada pompalanan lüks yaşamlar, kısa yoldan zenginleşme hikayeleri, "her ne pahasına olursa olsun ben de böyle olmalıyım" duygusunu körüklüyor. Bu duygunun sonunda ise gençlerimizi sigaradan uyuşturucuya, bağımlılıkların kıyısına iten bir toplumsal travma büyüyor. Benzer ihtiraslara kapılan genç kızları ise çok daha fazla ve farklı risklerin beklemekte olduğunu hatırdan uzak tutmamalıdır.
Oysa bütün bu olumsuzluklara karşı elimizde çok güçlü bir araç var: meslek liseleri. Eğer diplomalı ama vasıfsız bir gençlik istemiyorsak, meslek liselerini yeniden cazip hale getirmeliyiz. Üreten, elini taşın altına koyan, iş kurabilen, ev geçindirebilen gençleri desteklemek zorundayız.
Ne yazık ki biz, yıllarca "Meslek lisesi memleket meselesi" dedik ama gereğini yapmadık, yapamadık. Bugün Türkiye'de mesleki ve teknik lise mezunlarının iş gücüne katılım oranı, genel lise mezunlarının üzerinde olmasına rağmen hala hak ettiği değeri görmemektedir. OECD verileri, mesleki eğitimi güçlü olan ülkelerde (örneğin Almanya, İsviçre, Avusturya) genç işsizlerin oranının çok daha düşük olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.