Yılanların dansı ve insanlığın infazı
Bazı canlılar vardır ki doğanın karanlık sırlarını, insanlığın görmezden geldiği gerçekleri ifşa ederler. Yılanlar mesela... Belli dönemlerde ya da egemenlik mücadelesi verirken öyle bir dans sergilerler ki; başları, kuyrukları, gövdeleri birbirine karışır. Niyetler bulanıklaşır, bedenler sarmaş dolaş olur, kim kimdir ayırt edilemez. Kuyruk kimin, gövde hangisinin, baş kime ait - fark edilemeyecek bir sarmala dönüşürler.
Bugün Ortadoğu'da yaşananlar da işte tam olarak budur: İsrail ile Amerika Birleşik Devletleri'nin yılan dansı.
Sivilleri, bebekleri, hastaları hedef alan bombaların sahibi kim Koordinatları veren kim Tetiği çeken kim Artık önemi kalmamıştır. Çünkü bu iki güç, tıpkı yılanlar gibi birbirine dolanmış; ayırt edilemez bir vahşet ortaklığına dönüşmüştür.
Ve hedef sadece Gazze değildir.
Yemen'de açlıktan ölen çocuklar, Suriye'de bahanelerle başlatılan hava saldırıları, İran'a yönelik "olmayan nükleer silahlar" bahanesiyle başlatılan saldırılar ve yürütülen tehdit siyaseti... Hepsi aynı senaryonun farklı sahneleridir. Tıpkı Irak'ta uydurulan "kitle imha silahları" yalanı gibi.
İsrail yıllardır cebinde taşıdığı bir saldırı listesini sırasıyla uyguluyor:
Gazze biter, Lübnan başlar. Oradan Yemen'e, sonra İran'a, ardından Suriye'ye uzanır. Bitince tekrar başa döner.
Bu bir döngü değil, bir yok ediş stratejisidir. Hedef yalnızca bir devleti diz çöktürmek değil; İslam coğrafyasını bir bütün olarak susturmak ve sindirmektir. Ülkeleri sinir uçlarından karıştırmak, iç çatışmalarla zayıflatmak, dış tahriklerle yalnızlaştırmak ve içerideki işbirlikçilerle adım adım teslim almak...
Ve bu zincirin nihai halkası Türkiye'dir.
Çünkü hala dimdik duran, hala bağımsız kalan, hala mazlumun sesi olan tek ülke Türkiye'dir.
15 Temmuz'a bu gözle bakıldığında, yaşadığımızın bize özgü bir saldırı değil; çok uluslu, planlı ve hedefli bir oyun olduğu daha net anlaşılır.
Amerika Birleşik Devletleri, "özgürlükler diyarı" olduğunu iddia ederek demokrasi vaazları veriyor. İnsan haklarını, kadın ve çocuk haklarını dilinden düşürmüyor.
Ama o parlak sözlerin ardındaki gerçek şudur:
Kundaktaki bebeklere atılan bombaların, yıkılan hastanelerin, vurulan yardım konvoylarının hepsinde ABD'nin kanlı parmak izleri vardır.
Bu katliamlar rastgele değil.
Hiçbir hedef "yanlışlıkla" vurulmuyor.
Her şey hesaplı. Her şey planlı. Her şey sistematik.
Amaç; Gazze'de, Yemen'de, Şam'da, Tahran'da - kısacası tüm İslam şehirlerinde - nüfusu kırmak, çocukları yok etmek, halkları yersiz yurtsuz bırakmaktır.
Bu, sadece askerî değil, aynı zamanda demografik bir savaştır.
Saldırılar özellikle çocuk nüfusun yoğun olduğu alanlara yöneliyor.
Amaç, nüfus artışını durdurmak ya da baskılamaktır.
Bu, açık bir nüfus mühendisliğidir.
Bu, etnik temizlikten de öte; planlı bir soykırımdır.
Ve bu suçun baş sponsoru Amerika'dır.
İsrail'in sıktığı her kurşunun arkasında bir Amerikan askeri, bir Amerikan silahı, bir Amerikan onayı vardır.
Başkanlar değişir: Trump, Biden, Bush...
Ama politika değişmez.
Çünkü hepsi aynı yılanın farklı başlarıdır.
Beyaz Saray'dan barış mesajları yükselirken; Gazze'de, Tahran'da, Şam'da bombalar patlamaktadır.
ABD'nin "barış" söylemi sadece diplomatik bir makyajdır.
Altında kan, çıkar ve işgal politikası vardır.
Bugün Gazze'de vurulan çocuk, yalnızca Filistin'in değil; bütün insanlığın çocuğudur.
Keyfi saldırılar, uygulanan ambargolar sadece bir milleti değil; tüm vicdanları hedef almaktadır.
Suriye'deki hava saldırıları bir rejimi değil, bir halkı ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır.