Yeni yılın sessiz sorusu: Umut mu, kumar mı

Yeni yıla yaklaşırken umut, sessiz bir beklenti olmaktan çıkıyor; yüksek sesle pazarlanan bir ürüne dönüşüyor: "Milli" (!) Piyango. Oysa kimse şu soruyu sormuyor: Şansa emanet edilen bir hayat, gerçekten yaşanmış sayılır mı Basit gibi görünen bu soru aslında rahatsız edicidir. Çünkü cevabı kolay değildir. Şansa emanet edilen bir hayat; sorumluluğun ertelendiği, emeğin geri plana itildiği, sabrın ise gereksiz görüldüğü bir hayattır. Ne yazık ki her yılbaşında bu anlayış biraz daha normalleşiyor, biraz daha meşrulaştırılıyor.

Büyük ikramiye rakamları büyüdükçe hayaller de şişiyor. Reklamlar, afişler, televizyon spotları ve sosyal medya paylaşımları tek bir duyguyu besliyor: "Bu sefer olabilir." Umut, insanın iç dünyasında filizlenen bir değer olmaktan çıkıp satın alınabilir bir nesneye dönüşüyor. Bir biletle, bir kuponla, bir tıkla... Oysa umut, insanı ayağa kaldıran bir güçtür; pazarlanan bir meta değildir.

Kaldırım kenarlarında biletlerden yapılmış kostümlerle bağıran işportacıların "Büyük ikramiye!" diye yankılanan sesleri yalnızca sokakları değil, zihinleri de doldurur. "Bir bilet alın, hayatınız değişsin" sloganı artık yetmez olmuş; söylem genişlemiştir: "Sevdiklerinize bir bilet hediye edin." Böylece umut, paketlenip başkasına sunulabilecek bir eşya haline gelmiştir. Peki, hayat gerçekten böyle mi değişir

Şans oyunları çoğu zaman maddi sıkıntıların ilacı gibi sunulur. Borçların biteceği, dertlerin çözüleceği, hayatın rayına gireceği vaadi dillendirilir. Ancak bu beklenti çoğu zaman gerçeğin sert duvarına çarpar. Çünkü emeksiz kazanılan paranın nasıl korunacağı, nasıl yönetileceği ve nasıl bir hayat inşa edeceği çoğu zaman bilinmez. Toplumsal hafızamız, bir gecede zengin olup birkaç yıl içinde dağılan hayatların örnekleriyle doludur. Önce para gelir, ardından denge bozulur. Ani zenginlik, insan psikolojisi için ciddi bir sarsıntıdır. Çok para her zaman çok huzur getirmez; kimi zaman huzurun en hızlı kaybına yol açar.

Kadim kültürümüz bu konuda nettir: Emek olmadan kazanılan bereket getirmez. Bu yalnızca ahlaki bir yargı değil, tarihsel ve sosyolojik bir tespittir. Emek, insanın hayatla kurduğu en sahici bağdır. Alın teriyle kazanılan para yalnızca cüzdanı değil, karakteri de taşır. Oysa şans oyunları insanı üreten değil, bekleyen hale getirir. Çabalayan değil, umut eden; inşa eden değil, talih kollayan bir ruh hali üretir.

Dikkat edilirse piyango reklamlarında genellikle varlıklı insanlar yer almaz. Hep yoksul, umutsuz, çıkış arayan profiller vardır. Çünkü hedef kitle, arzunun en kırılgan olduğu yerdir. "Hayatlar değişsin" sloganı tam da bu kırılganlığa hitap eder. Evet, hayatlar değişir; ama çoğu zaman hayal edildiği gibi değil.

Bu noktada meseleyi yalnızca Milli Piyango ile sınırlamak büyük bir eksiklik olur. Asıl tehlike, son yıllarda hızla yayılan bahis ve sanal kumar dünyasında yatmaktadır. Kumar artık salonlarda değil; cebimizde, telefonlarımızda, gençlerin odalarındadır. Bir tıkla girilen bu dünya, özellikle gençler için ciddi bir risk alanıdır. Araştırmalar, şans oyunlarına erken yaşta maruz kalan bireylerde bağımlılık riskinin belirgin biçimde arttığını göstermektedir. Zaman algısı bozulmakta, risk normalleşmekte, kaybetme duygusu sıradanlaşmaktadır.