ABD'nin İnsan Hakları Raporu: İki Yüzlülük mü Yüzsüzlük mü desem!

Her yıl dünya ülkelerinin insan hakları alanındaki performansını değerlendiren ABD Dışişleri Bakanlığı'nın İnsan Hakları Raporları, hemen hemen tüm ülkelere sert eleştirilerle dolu bir tablo sunmaktadır.

ABD bu yıl yayınladığı raporunda yine ülkemize yönelik asılsız suçlamalarda bulundu.

Ancak, bu eleştirilerin kaynağına bir göz atıldığında, ABD'nin kendi insan hakları siciliyle çelişen bir durumla karşı karşıya olduğunu görmek zor olmayacaktır.

Soykırımlar, kölelik, etnik temizlik ve toplu sürgünler gibi karanlık tarihi ile ABD dünyada insan hakları raporu yayınlayabilecek en son ülkedir.

ABD'nin kendi kanlı tarihini gizlemeye çalıştığı izlenimi, İnsan Hakları Raporları'nın arkasındaki gerçek amacı sorgulamaya itmektedir.

Şahsen, ABD'nin bu raporlarını kendi insan hakları ihlallerini gölgelemeye ve uluslararası arenada itibarını korumaya yönelik çabanın bir parçası olduğunu düşünüyorum.

ABD insan hakları konusunda gerçek bir liderlik sergilemek istiyorsa, önce kendi tarihini dürüstçe ele almalı ve hatalarından ders çıkarmalıdır. Aksi takdirde, eleştiriler sadece kuru bir retorik olarak kalacak ve dünya, ABD'nin çifte standartlarına daha fazla tahammül etmeyecek, edemeyecektir.

İşte, ABD'nin insan hakları konusundaki karanlık geçmişinden bazı örnekler:

ABD tarihinin en utanç verici dönemlerinden biri olan kölelik, yüzyıllar boyunca milyonlarca Afrikalı'nın insanlık dışı koşullarda köle olarak çalıştırılmasına neden olmuştur.

ABD'nin kuruluşundan itibaren, kıtanın yerli halkları olan Kızılderililer üzerinde uyguladığı sistematik soykırım ve toprak gaspları, tarihin en karanlık ve utanç verici sayfalarından birini oluşturuyor. Amerika'nın keşfinden sonra, Avrupalı yerleşimcilerin kıtayı kolonileştirmek için yürüttüğü politikalar, binlerce "Kızılderili"nin katledilmesine, topraklarının ellerinden alınmasına ve kültürel miraslarının yok edilmesine yol açmıştır. Anlaşmazlıkların çözümü olarak yapılan toprak anlaşmaları ve sözleşmeler genellikle ihlal edilmiş ve Kızılderililer, kendi topraklarından zorla uzaklaştırılmışlardır. Bu süreç, Kızılderili halkları için büyük bir travma ve felaketin başlangıcı olmuş ve bugün bile bu travmanın izleri halen hissedilmektedir.

ABD, hem Kızılderili halklarına karşı ve hem de Afrikalılara karşı işlediği köleleştirmeyi, soykırımı resmi olarak tanımalı, bu halklara yönelik adaletsizlikleri telafi etmeli ve toplumsal barışın yeniden tesis edilmesi için somut adımlar atmalıdır. Ancak bu şekilde, ABD, gerçek bir insan hakları lideri olma iddiasını destekleyebilir.

ABD'nin Guantanamo ve Abu Ghraib gibi cezaevlerinde işkence ve köle emeği kullanımı gibi insan hakları ihlalleriyle ilgili skandallar ortaya çıkmıştır. Bu uygulamalar, uluslararası hukuka ve insan hakları standartlarına açık bir şekilde aykırıdır.

ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi ve sonrasında sürdürdüğü savaş, binlerce masum sivilin ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden olmuştur. Bu savaş sırasında, ABD'nin hava saldırıları ve karadan yapılan operasyonlar sivil yerleşim yerlerine yönelik olmuş ve yüzbinlerce masum insanın ölümüne sebeb olmuştur.

ABD'nin terörle mücadele bahanesiyle yürüttüğü hava saldırıları, sıklıkla sivil kayıplara yol açmıştır. Özellikle Afganistan, Pakistan, Yemen ve Somali gibi ülkelerde yapılan drone saldırıları, istihbarat hataları veya hedef yanlışları sonucunda çoğunlukla masum insanların ölümüne neden olmuştur. Bu durum, ABD'nin insani kaygılarla değil, sadece hedeflerine ulaşma arzusuyla hareket ettiğini göstermektedir.

ABD'nin iç güvenlik politikaları, bireylerin temel özgürlüklerine ve gizlilik haklarına yönelik ciddi tehditler oluşturmuştur. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında çıkarılan Patriot Act gibi yasalar, hükümetin geniş kapsamlı gözetim ve izleme yetkilerini artırmış ve bireylerin özel hayatlarına müdahale getirmiştir. Edward Snowden gibi isimlerin açığa çıkardığı NSA gözetim programları da bu durumu destekler niteliktedir.

ABD'de siyahi ve diğer azınlık gruplara yönelik polis şiddeti ve ayrımcılık, uzun yıllardır devam etmektedir. Özellikle son yıllarda, siyahi Amerikalıların polis şiddetine maruz kalması ve bu olayların medyada yer alması, ülke genelinde büyük tartışmalara yol açmıştır. George Floyd'un polis tarafından öldürülmesi ve bu olayın ardından başlayan protestolar, ABD'deki sistemik ırkçılığın bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

ABD'deki silah kontrolsüzlüğü politikaları, her yıl binlerce masum insanın silahlı saldırılarda hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Özellikle okul katliamları, ülke genelinde büyük endişe yaratmakta ve silah kontrolü konusundaki eksikliklerin gözler önüne serilmesine neden olmaktadır.

ABD'nin dış politikasındaki bazı kararlar ve desteklediği terör örgütleri ve rejimler, dünya genelinde insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Özellikle, ABD'nin terör örgütü olarak kabul edilen PKK ve beraberindeki YPG'ye verdiği destek, çifte standartların en bariz örneklerinden biridir. YPG, Suriye'de etnik temizlik ve insan hakları ihlalleriyle anılmaktadır ancak, ABD'nin terörle mücadele gerekçesiyle YPG'ye sağladığı askeri yardım ve destek, bu ihlallerin göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Benzer şekilde, IŞID gibi terör örgütlerine karşı mücadele bahanesiyle yapılan operasyonlar, sık sık masum sivillerin hayatını kaybetmesine neden olmuş ve ABD'nin insani kaygılarının gerçekten öncelikli olmadığını göstermiştir. Bu durum, ABD'nin insan hakları ihlalleri konusundaki çifte standartlarını ve dış politikasındaki tutarsızlıklarını gözler önüne sermektedir. IŞİD'ı ABD'nin kurduğunu ve yönettiğini ayrıca belirtmeye gerek duymuyorum.